Kent Hikayeleri: Hamburg Limanı uğruna yok olan köy

Philip Olterman’ın 11 Mayıs 2016 tarihinde The Guardian’da yayımlanan yazısından çevrilmiştir.

1960’larda Hamburglu yetkililer yeni konteyner terminaline yer açmak için bir balıkçı köyünü yıkma kararı aldılar. Liman kentleri günbegün değişen sanayiye ayak uydurma mücadelesi veriyor. Peki Hamburg sıradaki güçlükleri nasıl karşılayacak?

1980’ler sonunda bir sabah, kötücül ifadeli adamlarla dolu bir kamyonet, Hamburg limanı eteklerindeki tarihi balıkçı köyü Altenwerder’e gelip Heinz Oestmann’ın evinin önünde durdu. Doğma büyüme Altenwerderli balıkçı Oestmann, kamyonetin kasasının levyeler, tahta çıtalar ve bahçe aletleriyle dolu olduğunu fark etti; sonraki yıllarda yazıya dökülen anılarında dediğine göre, “etrafı kırıp dökecek her tür alet” vardı orada.

Olanları yatak odalarının penceresinden izleyen Oestmann ve eşi, belediye meclisi üyesi, gözlüklü bir adamın araçtan indiğini ve etrafı incelemeye başladığını görmüşlerdi. Balıkçı, yetkiliye karşı durmaya çalıştı, fakat bir sonuç alamadı. Nihayetinde bir darbe savurdu; meclis üyesi sırt üstü yere kapaklandı ve gözlükleri kırıldı.

Oestmann’a yöneltilen saldırı suçlaması bir ay sonra düştü. Belediye meclisine yardakçılık eden üç adam, binanın elektriğini kesme, su borularını kırma ve pencerelerini yerle bir etme talimatı aldıklarını itiraf etmişlerdi. Kararı veren yargıç, belediye meclisinin, geçmişi 13. yüzyıla uzanan bu köyün bir avuç sakinine gözdağı vermek için daha önce de kanunsuz yollara başvurmuş olduğunu belirtti. Kent yetkililerini korkunç adımlar atmaya sürükleyen tehlikeli bir mantık söz konusuydu: Hamburg’un hayatta kalması için Altenwerder’in yok olması gerekiyordu.

Liman kentleri diğer kentlere benzemez. Ticaret faaliyetleri, kozmopolitanlık bilinci taşıyan bir kent kimliği oluşturur genellikle. Bu nedenle pek çok liman kenti, denize kıyısı bulunmayan komşularından ziyade, başka ülkelerdeki liman kentlerine daha yakın bir ruh içinde olabilmektedir. Mesela Hamburg’un, Beatles ve Kevin Keegan gibi birçok Liverpool evladına kucak açmış olması hiç de tesadüf değil. Bu iki liman kentinin yöresel mutfaklarında ortak bir tarif bile mevcut: Eskiden limana yanaşan gemilerde pişirilen, Labskaus veya lobscouse adlı etli güveç.

Fakat liman kentleri aynı zamanda kırılgan kentlerdir de, oluşmaları için geçen süreye kıyasla kısacık bir zamanda yok olabilirler. Brugge’ün başına gelenler ibretlik bir hikaye. Bu Belçika kenti 12. yüzyıldan 15. yüzyıla dek, Hansa Birliği’nin başlıca ticaret limanlarından biri olarak, Portekiz baharatlarından İskoç yünlerine türlü türlü ürünün gidip geldiği bir merkezdi. Fakat gelgit dalgalarıyla oluşmuş ve Kuzey Denizi’ne açılan ağzın kapanmaya başlamasıyla birlikte Brugge, kısa süre içinde liman olmaktan çıkıverdi.

50 yıl önce Hamburg da benzer bir senaryoyla karşı karşıyaydı. Kent, hem Hansa Birliği’nin kurucularından olması, hem de Doğu Avrupa’daki bereketli ovalar ile Batı’nın büyüyen pazarları arasındaki konumu sayesinde yüzyıllar boyu serpilip gelişmişti. 20. yüzyıl ortalarında, Almanya’nın Berlin’den sonraki en kalabalık şehri haline gelmişti ve yaklaşık 14.000 kişinin çalıştığı, Avrupa’nın en işlek limanlarından birine sahipti.

Fakat 1960’larda, deniz ticaretine özgü eski ve oturmuş âdetlerin vadesi dolmaya başladı. 2. Dünya Savaşı sırasında filizlenen çok sayıda teknolojik yenilikten biri olan konteyner gemiciliği, denizcilik şirketlerinin daha fazla malı daha hızlı bir şekilde taşımasını mümkün kılıyordu. Liman kentlerinin de daha büyük gemileri ağırlayabilmesi ve daha fazla depo alanı sunabilmesi gerekiyordu artık.

Bu gereklilikleri karşılayamadıkları takdirde başları derde girecekti, en azından New York’ta öyle olmuştu. Dünyanın ilk konteyner limanı, Newark yakınlarında açıldıktan sonra Brooklyn, Hoboken ve Manhattan’daki tesisler ona kıyasla çağ dışı gözükmeye başlamıştı. Sonraki on yılda New York limanı çalışanlarının neredeyse yarısı işini kaybetti. Hamburg da tetikteydi; zira 1966’da, Amerikalı konteyner taşımacılığı devi SeaLand, yöredeki rakip liman Bremen’e düzenli sefer yapmaya başlamıştı.

Hamburg dezavantajlı gözüküyordu; neticede, denize çok yakın değildi, 70 deniz mili içeride kalıyordu ve limana, sığ sularıyla gemileri zorlayan Elbe Irmağı aracılığıyla ulaşılıyordu. Ama Avrupa’daki diğer liman kentlerine kıyasla bir avantajı da vardı. Hamburg, 1871 ile 1946 arasındaki dönem dışında, Kutsal Roma İmparatorluğu devrinden beri bir kent devletiydi ve yasalarını ekonomisine göre şekillendirme gücüne sahipti. 30 Ekim 1961’de bu özel yetkilerden yararlanılarak bir “liman genişletme yasası” çıkarıldı. 2500 sakinin yaşadığı Altenwerder köyü, yeni bir konteyner terminaline dönüştürülecekti. Yöre halkının bir kısmı derhal köyden ayrıldı; belediye meclisinin metrekare başına 40 mark ödeme teklifi karşı konulamayacak kadar cazipti. Kalanların çoğu da 1973’ten sonra, kendi rızalarıyla gitmedikleri takdirde mülklerini er geç kaybedeceklerini öğrenince köyden ayrıldılar. Boşaltılan evler hemen yıkılıyordu.

1970’lerin sonlarında köyde bir avuç insan kalmıştı, 80’lerin başında ise köydeki sakinlerin sayısı üçe düştü: balıkçı Oestmann, bir çiftçi ve köy okulunun öğretmeni. Özellikle Oestmann hevesle mücadele ediyordu. Köyde her yıl düzenlediği rock festivaline civar bölgelerde yaşayan ve birçoğu Almanya’da serpilmekte olan Yeşiller Hareketi’nin heyecanını taşıyan 40.000 protestocunun katıldığı olmuştu. Su kenarındaki evlerde, oradan geçen her deniz taşıtının görebileceği büyük siyah bayraklar dalgalanıyordu.

Ancak 1997’de kent yönetimi, köyün son sakini olan Oestmann’ın çocukken gölgesinde oyunlar oynadığı kestane ağaçlarını kesti. Ertesi sabah balıkçı, kentin ticari işlerinden sorumlu senato üyesine bir mektup yazarak görüşme talebinde bulundu. Birkaç gün sonra pahalı bir araba Oestmann’ın evinin önüne gelmişti. Arabanın kapısı aralandı. Oestmann, senato üyesinin, şoförüne, bir saat içinde dönmediği takdirde kendisini kontrol etmeye gelmesini söylediğini duyabiliyordu.

Oestmann, düşük faizli bir kredi ile kendi seçtiği bir arazinin yanı sıra, hafriyat makinelerinin o taşınıncaya dek işe başlamayacağına dair garanti istediğini söyledi, aksi takdirde balıkçı teknesini inşaat teknelerinden birinin üzerine sürüp onu batıracağını belirtti. Anlatılana göre senato üyesi şöyle karşılık vermişti: “Ne? Tamam mı şimdi?”

Beş yıla kalmadan, dünyanın ilk otomatik konteyner limanlarından Altenwerder Konteyner Terminali, Oestmann’ın eski evinin bulunduğu alanda faaliyete geçti.

Terminal bugün, Almanya’nın en uzun otoyolu olan A7’yi izleyerek güney yönünden Hamburg’a gelenlerin aşina olduğu bir yapı. Deniz kenarında, yem bekleyen kuşlar gibi suyu gözleyen yirmi iki mavi vinç dizili. Arkalarında bulunan, Kensington Bahçeleri kadar geniş park alanı sıra sıra dizilmiş, parlak renkli konteynerlerle dolu. Uzaktan kumandalı kamyonetler alanda mekik dokuyarak yükleme ve istifleme yapıyor.

Eski köyden geriye kalan yalnızca küçük bir mezarlık ve çan kulesiyle konteyner yığınları arasından beliren, kırmızı tuğlalardan yapılmış, 19. yüzyıl eseri bir Protestan kilisesi olan St. Gertrud. Yörenin eski sakinleri ya da onların aileleri, genellikle Eski Saksonca’dan türemiş Aşağı Almanca dilinde yapılan Pazar ayinine katılmak üzere ayda iki kez burada toplanıyor hâlâ. Mart ayında güneşli bir Pazar günü, Papaz Susanne Lindenlaub-Borck sanki hâlâ bir yarayı sarmaya çalışıyormuş gibi tınlayan bir vaaz veriyor. İnancın, kökünden ayrılıp yeniden toprağa dönmeyi içerdiğini söyleyerek Luka 9.62’yi okuyor: “Sapana el vurup da arkasına bakan kimse Allahın melekûtuna yakışmaz.”

Sonrasında 20 kişilik cemaat; haritalar, solmuş fotoğraflar ve vaktiyle köydeki fabrikada üretilmiş limonata şişeleriyle, kaybolmuş köye dair bir müze görevi de gören kilisenin arka kısmında kahve ve kek keyfi yapmak için yeniden bir araya geliyor. “Kilise yaşıyor,” diyor Lindenlaub-Borck. “Çalkantılı sulardaki bir kaya gibiyiz adeta.”

Sakinlerden birçoğu, belediye meclisinin köye yaptıklarıyla barışıkmış gibi duruyor şaşırtıcı bir şekilde. “Kent yönetimi psikolojik açıdan doğru bir yol izledi,” diyor eski sakinlerden Werner Oesmann (balıkçı Oesmann ile bir akrabalığı bulunmuyor). “Önce ev sahiplerini, sonra kiracıları ve en son da çiftçileri çıkardılar. Sonrasında kararlılıktan eser kalmamaya başladı. Kalanlara gelince, mücadele onları fiziksel olarak bitirdi.” Direnen üç asiden (öğretmen, çiftçi ve balıkçı) ikisi hayatını kaybetti.”

Fakat St Gertrud cemaatinin çoğu Hamburg’un şimdi nereye doğru gittiğine dair şüphelere sahip. 2002 yılında açıldığında Avrupa’nın en modern konteyner terminali olmakla övünen Altenwerder Limanı, sektördeki değişimlerin hızına ayak uydurmakta zorlanıyor.

Konteyner gemileri gitgide büyüyor. Bunların en büyüğü olan MSC Oscar neredeyse 400 metre uzunluğunda ve 60 metre genişliğinde, su çekme mesafesi ise 16 metre. Böyle devasa bir geminin Hamburg limanına girmesi için karmaşık bir dans icra etmesi, gelgit içinde Elbe’den aşağı süzülmesi, sonra da yarım saatlik bir sürede akıntıya göre dönmesi gerekiyor. Hal böyle olunca MSC Oscar geçen yıl gerçekleştirdiği ilk Almanya ziyaretinde Wilhelmshaven kentine demir atmayı tercih etti.

Altenwerder Terminali’ni, büyük modern gemilerin birçoğu için fazla alçak kalan Köhlbrand Köprüsü’nün ardına inşa etmenin kötü bir karar olduğu gitgide belirginleşiyor. Hamburg, konteynerler için kent merkezine yakın bir alan bulmaya odaklandığı sırada diğer kentler limanlarını denize doğru taşıyorlardı. Örneğin eskiden bir ırmak ağzında bulunan Rotterdam Limanı artık bir derin deniz limanı.

“Orta vadede Hamburg’u bekleyen zorluklar var,” diyor OECD’de liman ve deniz taşımacılığı uzmanı olarak görev yapan Olaf Merk. “Kent bugünkü gemilerin ölçüleriyle başa çıkabilecek bir yol bulsa bile sonrakilerle boğuşmak durumunda kalacak.” Şubat ayında Hamburg, Avrupa’nın en büyük limanları listesinde üçüncülüğe düşerek, Rotterdam ve Antwerp limanlarının gerisinde kaldı.

Bağımsız bir kent devleti olmanın Hamburg’a getirdiği avantaj artık bir problem gibi gözüküyor. Der Spiegel’de kısa süre önce yayımlanan bir makalede, “Almanlar için otomotiv sanayinin rolü neyse Flamanlar için de deniz ticareti öyle,” deniliyordu. “Limanlarının gelişmesini ulusal bir misyon olarak görüyorlar.” Oysa Almanya’daki federal sistemde her liman kendi başına ve ortak bir strateji söz konusu değil.

Pek çok Hamburg sakini kentlerinin Hollanda’yı kıskanmaması gerektiğine inanıyor. Hamburg’un, dokları için yıllar boyu mücadele vermiş ruh ikizi Liverpool’un başına gelenlerden korkmak yerine, liman kaybetmekle baş edebilmiş New York ve Londra gibi kentleri örnek alması  gerektiğini söylüyorlar. Kent sakini ve Yeşiller Partisi mensubu siyasetçi Anjes Tjarks, “Almanya Hamburg’u değerlendirirken limanın önemini azımsıyor. Ama Hamburg da kendini değerlendirirken bunu abartıyor,” diyor. Tjarks, Hamburg’un en büyük gücünün ekonomik çeşitlilik olduğunu söylüyor. “Dünyaya açılan kapı” olmakla övünen kent, dünyanın bir numaralı posta şirketi olan Otto gibi kuruluşlara hizmet vermekle kalmıyor, Almanya’nın ikinci en büyük sanayi şehri olarak, Siemens’in rüzgar sektöründeki genel merkezine de ev sahipliği  yapıyor. Turizm alanında da yükselen kentte Ocak 2017’de fevkalade (ve fevkalade gecikerek bütçesini aşmış) bir konser salonu olan Elbphilharmonie açıldı. Kırmızı tuğlalı duvarlara sahip eski doklar ise HafenCity adlı capcanlı bir mahalleye dönüştü.

Hamburg geçtiğimiz yıl 2024 Olimpiyat Oyunları’na aday olma fikrini bile değerlendirdi. Altenwerder’in yanıbaşındaki eski limanın tam ortasına bir olimpiyat köyü, stadyum ve yüzme havuzu yapılması planlandı.  Fakat Kasım ayındaki referandumda Hamburg sakinleri başvuruya hayır dediler.

Werner Oesmann, St. Gertrud’un bir köşesinde, azıcık krema katılmış kahvesini yudumlarken, “Ben hayır oyu verdim açıkçası,” diyor. “Kent o limanı tekrar kullanmaya başlayacaksa ben boşuna mı Altenwerder’den ayrıldım?” Artık yaşamayan bu köyde konteynerlere alan açmak için insanlarla uzlaşmak  gerekmişti bir zamanlar. Şimdi ise konteynerlerin insanlara yer açmak durumunda kalması pek çok kişiye fazla geliyor. “Olmaz öyle şey. Altenwerderli hiç kimsenin aklı yatmaz buna. Olimpiyat Oyunları iyi hoş ama bizim limanımızda olmaz.”

Yazının orijinal linki: https://www.theguardian.com/cities/2016/may/11/story-cities-altenwerder-hamburg-germany-port

Çevirmen: Gülin Ekinci
Görsel: Murat Burhanoğlu

Yayım tarihi
Genel olarak sınıflandırılmış

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.