Benjamin Franklin sabahları üstünü giyinmeden hava banyoları alırmış. Patricia Highsmith yalnızca pastırma ve yumurta yermiş. Muhteşemliğe giden yol, farklı küçük rutinlerle bezeli. Yine de altı temel kural göze çarpıyor.
Bu yaz bir sabah, günün ilk ışıklarıyla uyandım (Gece, panjurları açık bırakmıştım). Bir fincan koyu kahve içtim. Üstümü giyinmeden açık bir pencerenin önünde bir saat oturdum. Bütün sabah çalıştım. Sonra vermut ile öğle yemeği yedim. Sonra uzun bir yürüyüşe çıktım. Haftanın geri kalanında da aralıksız olarak üç saatten fazla çalışmamayı denedim.
Tüm bunları, bazı muhteşem sanatçı ve düşünürlerin kişisel ritüellerini denemek için yapmıştım: Şafak vakti uyanma kısmı, önceki gece içmiş bile olsa her gün yaklaşık 5:30’da uyanan Ernest Hemingway’dendi. Sert kahve âdetini, her sabah 60 çekirdek sayarak bir fincan kahve yapıp içen Beethoven’dan almıştım. Benjamin Franklin, hava nasıl olursa olsun sabahları üstünü giyinmeden oturmak, kendi tabiriyle “hava banyoları” almak gerektiğini düşünüyormuş. Gün ortasında kokteyl içmek ise (başka birçok kişi gibi) VS Pritchett’in favori âdetlerindenmiş.
Günlük Ritüeller: Büyük Zihinler Nasıl Vakit Yaratıyor, Esinleniyor ve Çalışıyor adlı kitaptaki her tüyoyu deneyemedim. Kız arkadaşım da her gün diş fırçasına macun sürerek eşine vakit kazandırmaya çalışan Martha Freud’un rolünü oynamaya pek hevesli değildi. Yine de pek çok şey öğrendim. Örneğin: Öğlen vermut içmenin üretkenliğe fayda getirmediğini.
Evden çalışan bir yazar olarak takvimimi epey kontrol edebiliyorum haliyle. Herkesin böyle bir deney yapabilme imkânı olmayabilir. Fakat başarılı isimlerin alışkanlıklarına dair yazılar okumak, yaratıcı işler yaptığını düşünen veya boş zamanlarını yaratıcı projelere ayıran kişilere bağımlılık yapabilir. Franz Kafka’nın bile maaşlı işinin gerekleriyle mücadele etmiş olduğunu veya Franklin’in kronik bir dağınık olduğunu öğrenmenin rahatlatıcı olmasından kaynaklanır bu kısmen. Öte yandan, açıkça ifade edildiği zaman hezeyanlı derecede kibirli bulunabilecek örtük bir düşünce de barındırıyor: Flaubert gibi çok sıcak banyolar yapsam veya Auden gibi amfetamin kullansam onların dehasına birazcık yaklaşabilirim belki.
“Hava banyoları”nı birkaç haftada bıraktım; öğle saatlerinde vermut içmeye ise bir günden fazla dayanamadım. Ama hâlâ erken kalkıyorum ve vaktim oldukça uzun yürüyüşlere çıkıyorum. İki önemli fikir edindim. Biri, dokuz beş rutininin zihinsel odaklanma gerektiren çoğu masa başı işine hiç de uygun olmadığı. Güne daha erken başlayınca, biraz daha erken paydos edince ve arada da bir süre zihnimi zorlamayı bırakınca çok daha fazla iş halledebildiğimi gördüm. Diğer fikir ise ivmenin önemiyle ilgili. Sabah erkenden, e-postalara bakmadan, başkalarının araya girmesine fırsat vermeden doğrudan gerçekten de önemli olan işleri yapmaya koyulduğumda günün genelinin daha faydalı bir hale kavuştuğunu gördüm: Arada kesinti yaratan şeyler çıksa bile asla pek sorun olmuyorlar böylece. İşle başa çıkmamda esaslı bir diğer teknik ise yazar ve danışman Tony Schwartz’dan geliyor: 90 dakikalık “koşu”lar halinde çalışacak şekilde saat kurun ve arada anlamlı molalar verin. (Bu sayede, gün boyu kah iş yapıp kah oyalanıp vakit harcamak yerine bu ikisini birbirinden çok daha iyi ayırabilir oldum.)
Yazar Mason Currey, kitabının temel mesajını, “İşleri halletmenin yalnızca bir tane yolu yok,” diye anlatıyor. Sabah 8’den öğlen 1’e, sonra da 4’ten 7’ye kadar harıl harıl çalışan Joyce Carol Oates gibi şahsiyetler de var; her 15 dakikada 250 sözcük yazmak için saat tutan Anthony Trollope gibi örnekler de. Sylvia Plath gibi bir takvime bağlı kalamayanlar da var (ya da yalnızca çürümüş elma kokusuyla yazabilen Friedrich Schiller gibiler). Yine de bazı yapılar göze çarpıyor. Tarihin en yaratıcı zihinlerinden çıkarabildiğimiz altı dersi sunuyoruz.
- Sabah insanı olun
Başarı kazanmış gece kuşları da yok değil. Mesela Marcel Proust gece 3 ile 6 arasında bir noktada uyanır, astımının verdiği rahatsızlıktan ötürü afyon alır, sonra da kahve içip kruvasan yermiş. Fakat çok erken kalkanlar kesinlikle çoğunluğu oluşturuyor. Aralarında Mozart, Georgia O’Keeffe ve Frank Lloyd Wright gibi birçok isim var.
Bazıları için sabah 5 veya 6’da kalkmak, günlük işlerinin veya çocuk yetiştirmenin ya da her ikisinin de gereklerini yerine getirirken bir yandan resim yapabilmek veya yazabilmek için bir mecburiyet. Kimileri için ise kesintiye uğrayıp dikkatlerinin dağılmasından sakınmanın bir yolu. Hemingway’in dediği gibi o saatlerde, “Sizi rahatsız edecek kimse olmaz. Hava serin veya soğuktur. İşinizin başına geçersiniz ve yazdıkça ısınırsınız.” Erken kalkma konusunda, şüpheli yaklaşanları ikna edebilecek ilginç bir iddia da var: Sabah sersemliği aslında faydalı da olabilir. Romancı Nicholson Baker kariyerinin bir noktasında sabah 4:30’da kalkar hale gelmiş ve bunun beyni üzerindeki etkisinden hoşlanmış: “Zihin temizlenmiştir, fakat sersemlemiş haldedir de… O vakitler daha farklı yazdığımı gördüm.”
Psikologlar “gündüzcülük” ve “akşamcılık” gibi kategoriler dile getirse de nesnel açıdan bunların hangisinin üst mertebede olduğu net değil. Sabah insanlarının daha mutlu ve daha özenli olduğuna dair göstergeler bulunuyor; ancak gece kuşları da daha zeki olabiliyor. Güne erken başlayanlar arasına katılmaya kararlıysanız kritik nokta her gün aynı saatte kalkmaya başlamak ve yalnızca gerçekten yorgun olduğunuzda yatmak. Bir iki gün epey yorulabilirsiniz, fakat yeni takviminize daha hızlı uyum sağlarsınız böylece.
- Gündüz işinizi bırakmayın
Franz Kafka, nişanlısına, “Vakit dar, gücüm sınırlı, ofis felaket, daire ise gürültülü,” diye yakınıyordu. “Basit ve hoş bir yaşam mümkün değilse insan incelikli manevralarla yol açmaya uğraşmalıdır.” Kafka, yazılarını gece 10:30 ile kısıtlı sabah saatleri arasına sıkıştırıyordu. Fakat sanat açısından “basit ve hoş bir yaşam” yeğlenmeyebilir de: Bir sigorta ofisinde çalışan Kafka da başka pek çok sanatçı gibi yoğun işler içinde yaratıcı faaliyetlere yer bulma konusunda büyük yol kat etmişti. William Faulkner, Döşeğimde Ölürken adlı kitabını bir elektrik santralindeki gece vardiyasına başlamadan önce, öğleden sonraları yazmıştı. Lloyds bankasında çalışması TS Eliot’a önemli derecede mali güvence sağlamıştı. Çocuk doktoru olan William Carlos Williams reçete koçanlarının arkasına şiirler karalardı. Zamanın sınırlı olması zihnin odaklanmasını sağlıyor. Bir işi sürdürmek için gereken öz disiplin de sanat süreçlerine yansıyor. Sigorta sektöründe yöneticilik yapan bir şair olan Wallace Stevens, “Bir gündüz işimin olması bence dünyada başıma gelebilecek en iyi şeylerden biri,” diye yazmış. “İnsanın hayatına disiplin ve düzen getiriyor.”
- Bol bol yürüyün
Yürümenin, bilhassa da doğal ortamlarda yürüyüş yapmanın veya çok yürümüyorsanız bile yeşil alanlarda dolanmanın yaratıcı işler yaparken üretkenleşip yetkinleşmeye etki ettiğine dair pek çok gösterge bulunuyor. Currey, kitabı için araştırma yaparken, “günde tam olarak iki saat yürüyüş yapması gerektiğini ve bundan birkaç dakika eksik yürürse başına bir talihsizlik geleceğini” düşünen Çaykovski, Beethoven, Mahler veya Erik Satie gibi isimlerde olduğu gibi, pek çok hikâyede yürümeyle karşılaşmış olmasına epey şaşırmış. Anlatı fikirleri geliştirmenin en iyi yolunun bir masada oturmaktan başka şeyler yapmak olabileceği epeydir gözlemleniyor. Bu günlerde bir etken daha devreye girmiş durumda elbette: Yürüyüşe çıktığınızda derin düşünmenin önünü kesebilecek dikkat dağıtıcı kaynakların birçoğundan (televizyonlardan, bilgisayar ekranlarından) fiziksel olarak uzak kalıyorsunuz.
- Bir programa bağlı kalın
Her gün sabah 10’da kalkan ve sohbet için yanına gelmesi adına tavana vurarak annesine seslenen Gustave Flaubert’in ya da sabah 6’da kalkıp 45 dakika jimnastik yapan Le Corbusier’nin ritüelleri birbirine benzemiyor. Fakat her biri yaptıklarını fevkalade düzenli şekilde sürdürmüş. Auden, “Gün içinde ne yapmak istediğinize veya ne yapmanız gerektiğine karar verin,” diye tavsiye veriyor. “Sonra da her gün tam olarak aynı zamanda öyle yapın. Bu sayede tutkunuz başınıza dert olmaz.” (Immanuel Kant’ın Königsberg’deki komşuları saatlerini felsefecinin her gün öğleden sonra 3:30’da yaptığı yürüyüşlere göre ayarlayabilirlermiş diye anlatılır). Böyle yaşamak, göz korkutucu seviyede öz disiplin gerektiriyor gibi gelebilir. Fakat yakından bakıldığında bir tür güvenlik çemberi gibi çoğu zaman: Katı bir yapının alternatifi, gündüz başka işlerde çalışanların sanatsal üretimde bulunmaması veya hiçbir yapı olmamasının getirdiği varoluşsal dehşet.
Katı bir rutinin hayal gücünü açmaya nasıl yardımcı olabileceğini en iyi ifade eden kişi modern psikolojinin babası William James olmuş. James’e göre, ancak günlük yaşamın birçok kısmını otomatik ve alışkanlığa dayalı bir hale sokabilirsek “zihinlerimizi serbestleştirip, gerçekten de ilginç faaliyet alanlarına doğru ilerleyebilir” oluruz. (James kendisine böyle alışkanlıklar aşılamak adına ömür boyu uğraş vermiş). “Bilişsel aralığa” ve iradenin sınırlarına ilişkin sonraki bulgular James’in önsezilerine büyük ölçüde arka çıkmış bulunuyor: Kaynakları ne zaman veya nerede çalışacağınızı düşünerek ziyan ederseniz işi yapma kapasitenize engel olmuş olursunuz. Güne başlamadan önce 45 dakika romanınıza çalışıp çalışmayacağınızı her sabah yeni baştan düşünmeyin. Ne yapacağınızı bir kez netleştirirseniz gerçekleştirmeniz çok daha muhtemel olur. Kimileri gibi Patricia Highsmith’i de her gün her öğünde aynı yemekleri yer hale gelmeye götüren şey de bu şekilde, gereksiz bulduğu kararları azaltma isteği olmuş olabilir.
- Her yerde çalışabilmeyi öğrenin
İşleri ertelemeye yol açan en tehlikeli düşüncelerden biri, çalışmaya koyulmak için en doğru ortamı bulmanız gerektiği fikridir. Amerikalı besteci Morton Feldman, “Yıllar boyu, rahat bir tabure bulsam Mozart’a rakip olabileceğimi sandım,” diye anlatıyor. Somerset Maugham, aklına sözcüklerin gelmesi için boş bir duvara bakmak durumunda kalıyormuş (başka yere bakarsa dikkati dağılıyormuş). Fakat başka pek çok sanatçı ve yazarın deneyimlerinden çıkan net mesaj şu: Kendinizi aşın. Austen, 1810’larda Hampshire’ın Chawton beldesinde geçirdiği en üretken döneminde genellikle ailenin salonunda, annesi yanıbaşında dikiş dikerken yazıyormuş. Ziyaretçilerden dolayı çalışmaları sürekli kesintiye uğradığından, kolaylıkla kaldırılıp saklanabilecek kağıt parçaları kullanıyormuş. Currey’nin anlattığına göre Agatha Christie, “çalışma masasında fotoğrafını çekmek isteyen gazetecilerden dertliymiş sürekli”: Problemli bir talepmiş bu, çünkü kendisinin özel bir çalışma masası yokmuş. Daktilosunu koyabileceği sağlam her tür yüzey üzerinde çalışabiliyormuş.
Fakat dikkat dağıtıcı şeylerden tamamen uzak kalmak sanıldığı kadar avantajlı olmayabilir. Yakın tarihli bir çalışmaya göre, cafe’lerdeki ortam sesi gibi kimi sesler yaratıcılık bakımından sessizliğe kıyasla daha iyi olabiliyor. Ayrıca bazı kişilere fevkalade düzenli bir çalışma ortamı iyi gelirken bazıları için dağınıklık daha faydalı olabilir. Gazeteci Ron Rosenbaum’un, “rekabet konsantrasyonu” diye andığı bir kişisel teorisi var: Rosenbaum, televizyon açıkken, dikkat dağıtan ortamda odaklanmaya çalışmanın dikkat yeteneğini açtığını ve güçlendirdiğini söylüyor.
Fakat burada daha kapsamlı bir ders mevcut. Harika işler doğuran şey mükemmel çalışma ortamı değildir. Aynı şekilde, “mükemmel” bir rutin veya âdet de sizi dahi bir sanatçı yapmaz. Flaubert başardığı şeyleri sıcak banyolar değil muazzam yeteneği ve fevkalade sıkı çalışması sonucunda yapabilmişti. Bu da benim için fena, çünkü bendeniz banyo konusunda sahiden iyiyimdir.
Günlük Ritüeller’den Parçalar
Gertrude Stein
Herkesin Otobiyografisi’nde Stein, hiçbir zaman günde yarım saatten fazla yazamadığını söylüyor; fakat “Günde yarım saat yazıyorsanız yıllar içinde epey yazmış olursunuz,” diye de ekliyor. Stein ve hayat arkadaşı Alice B Toklas öğle yemeklerini on iki gibi yiyor, akşamları da erken saatte hafif bir şeyler atıştırıyorlarmış. Toklas erken uyurmuş. Stein ise misafirleriyle sohbet edip dedikodu yaparak geç saatlere kadar oturmayı severmiş. Misafirler gittikten sonra da Toklas’ı uyandırırmış ve güne dair sohbet ederlermiş.
Ludwig van Beethoven
Beethoven şafak vakti uyanır ve pek vakit kaybetmeden işe koyulurmuş. Kahvaltıda kahve içer, onu da kendisi, fincan başına 60 çekirdek oranıyla titizlikle hazırlarmış. Gün ortasında bir şeyler yedikten sonra uzun bir yürüyüşe çıkar, öğleden sonranın çoğunu öyle geçirirmiş. Gün batarken bazen bir dükkana uğrayıp gazete okurmuş. Akşamlarını genellikle arkadaşlarla veya tiyatroda geçirirmiş. Kış aylarında ise evde kalıp okumayı tercih edermiş. Günü erken sonlandırır, en geç gece 10’da yatağa girermiş.
Sylvia Plath
Plath’ın 11 yaşında başlayıp, 30 yaşındaki intiharına dek tuttuğu günlük yazarın üretken bir yazı programı bulup ona bağlı olmak adına verdiği neredeyse kesintisiz mücadeleyi göz önüne seriyor. Plath ancak yaşamının sonlarına doğru, eşi Ted Hughes’dan ayrılıp iki küçük çocuklarına tek başına bakarken kendisine göre bir rutin bulabilmişti. Uyuyabilmek için sakinleştiriciler kullanıyordu ve ilaçların etkisi geçtiğinde, sabah 5’te uyanıyor, çocuklar kalkana dek yazı yazıyordu. Ariel adlı kitabındaki şiirlerin neredeyse tümünü 1962’de, iki ay boyunca bu şekilde çalışarak yazmıştı.
Alice Munro
1950’lerde iki küçük çocuk yetiştiren genç bir anne olan Munro, ev işleri ve çocuk yetiştirmenin gereklerinden arta kalan azıcık zamanda yazıyormuş. Komşular uğradığında Munro onlara çalışmaya uğraştığını rahatça söyleyemiyormuş. Bir ofis kiralamayı denemiş, fakat geveze mülk sahibi rahat vermediği için orada da pek yazamamış. Mutlu Gölgelerin Dansı adlı ilk seçkisindeki malzemeleri bir araya getirmek kendisinin neredeyse yirmi yılını almış.
David Foster Wallace
Wallace 1996’da, Sonsuz Jest’in yayımlanmasında kısa süre sonra, “Genellikle üç ya da dört saatlik vardiyalar yapıyorum. Arada ya uyuyorum ya da başkalarıyla bir şeyler yaparak dikkatimi biraz dağıtıyorum,” demişti. “Yani 11’de veya öğlen kalkıyorum, 2 ya da 3’e kadar çalışıyorum.” Ancak daha sonra, iş sarpa sardığı zamanlarda düzenli bir yazı rutinine bağlı kaldığını da belirtmişti. “İş akar hale geldiğinde çabaya gerek kalmıyor. O zaman, ondan uzaklaşmak isteyebilmek ve ‘Gözetmem gereken bir ilişkim var veya bakkala gitmeliyim ya da faturaları yatırmam lazım’ gibi şeyleri hatırlamak için disiplin gerekiyor.”
Ingmar Bergman
Bergman 1964’teki bir söyleşide “Sinemacılık nedir biliyor musunuz?” diye sorarak şöyle demişti: “Üç dakikalık bir film meydana getirmek için her gün sekiz saat yoğun şekilde çalışmaktır.” Fakat aynı zamanda senaryo yazmak da gerekir. Bergman işin bu kısmını İsveç’in ücra bir adası olan Farö’da yapıyormuş. Yıllar boyu aynı programı sürdürmüş: Sabah 8’de kalkıyor, 9’dan öğlene dek yazıyor, sonra da sade bir yemek yiyormuş. Oyuncu Bibi Andersson, “Öğle yemeği hep aynıydı,” diye anlatıyor. “Kesilmiş süt ile çilek reçeli gibi bir şey; mısır gevreğiyle birlikte yediği tuhaf bir bebek maması gibi.” Bergman öğle yemeğinin ardından 1’den 3’e kadar çalışır, sonra bir saat uyurmuş. Öğleden sonra yürüyüşe çıkar veya vapurla komşu adaya geçip gazete ve postaları alırmış. Akşamları kitap okur, arkadaşlarıyla görüşür, film veya TV izlermiş (Dallas’ı severmiş özellikle).
Mason Currey’nin Günlük Ritüeller isimli kitabından hareketle, Oliver Burkeman’ın 5 Ekim 2013 tarihinde The Guardian’da yayımlanmış inceleme yazısından derlenmiştir.
İnceleme yazısının orijinal linki: https://www.theguardian.com/science/2013/oct/05/daily-rituals-creative-minds-mason-currey