Kimi Saçmalıklar Yalnızca Çağımıza mı Özgü?

Genelleme yapacak olursak, insanlık tarihine dair iki farklı görüş var. Birine göre, atalarımız cahil, korkulu ve saftılar. Sonra insanlık bilimi, tıbbı, doğum kontrolünü keşfetti ve toplumumuz böylece gitgide uygarlaştı. Diğer yaklaşıma göre ise insanlar olgun, manevi açıdan ileri ve toplumla da doğal dünyayla da tam anlamıyla kaynaşmış haldeydiler hep. Oysa modern dünyanın anormal baskısı altında gitgide daha bunalımlı ve bencil oluyoruz. Akademik tarihçiler bu iki görüşü, “Günümüzde her şey harika!” ve “Günümüzde her şey rezalet!” yaklaşımları olarak anıyor.

Bu dünya görüşü ayrımının net bir politik karşılığı yok. Bir sol buluşmasında sanayileşmeden önceki daha sade, tatlı dönemin güzelliklerini anlatmaya kalkışsanız, tarım sosyalizmi yanlısı gibi de gizli bir faşist gibi de görülebilirsiniz. Aynı şekilde, bilimsel bilginin önemine ve her tür problemi çözebileceğine dair coşkulu bir savunmaya kalkışsanız, ya açık fikirli görülüp alkışlanırsınız ya da liberal bir teknokrat olarak etiketlenip bir çırpıda gözden düşersiniz. Karışık bir durum.

Amacımız geçmişin iyi olup olmadığı konusunda bir yargıya varmak değil. Bizce geçmiş pek çok güzellik barındırıyor. Eskiden daha fazla ağaç ve hayvan vardı. Yapılar daha çekiciydi. Yaşlı insanlar hangarlara doldurulmuyordu ve (çoğu savaş yüzünden olmakla birlikte) herkes daha fazla hareket ediyordu. Geçmiş berbat bir kabustu da tabii. Pek çok insan enfeksiyonlar veya doğum nedeniyle can veriyordu. Cinayet makul bir anlaşmazlık çözme yolu olarak kabul edilebiliyordu. Güçsüzlere çok daha kötü davranılıyordu. İnsanlar, fiziksel güç harcamaktan hoşlanmıyor veya solucanlardan korkuyor olsalar bile sürekli tarımla uğraşmak durumundaydı.

Ancak çevreyi biçimlendirme tarzlarının zaman içinde değişmesine rağmen insanların kendilerinin neredeyse aynı kaldığını söyleyebiliriz rahatlıkla. Bizler de kendimizden önce yaşamış insanlar kadar beceriksiz, öfkeli, alçak ve biçareyiz.  Sahne değişiyor ama insan olduğu gibi kalıyor.

Bunu idrak etmek bizi dehşete düşürmeli elbette; zira uygarlık tarihi büyük ölçüde vahşetin tarihidir. Başka bir açıdan baktığımızda bize umut da aşılayabilecek bir durum bu. Sabırsızca gözünü geleceğe dikmiş kişilerin de, nostaljik gelenek yanlılarının da paylaştığı, yaygın ve karamsar görüşe  bakılırsa, 21. yüzyıl insanları benzeri görülmemiş denli budala. Bilim ve eğitimdeki ilerlemeyi sürdürmezsek (ya da insanların düşünmeyi bildikleri altın çağa geri dönmezsek) bizi felaketin beklediğini söyleniyor. İşte karşınızda “idiokrasi”: plastik topaçlar ve televizyon programlarının yarattığı dikkat dağınıklıkları içinde, bitimsiz ve güdük bir uyuşukluğa doğru sürükleniyoruz. Stres çarkı çağı bu. Beyinlerimiz yumuşak peynire dönüyor ve kültürümüz yozlaşıp yüzeyselleşiyor.

Oysa bu sözlerin de anlamsız olduğunu görüyoruz. Bilgisayar oyunları ve televizyonun icadından önceki dönemlerde insanların yıldız haritaları çıkarıp durduğu ve kitap okuyup okuttuğu düşünülüyor. Halbuki toplumun her kesiminden ve her tür eğitim düzeyinden insan saçmalıklarla epey uğraşmıştır hep aslında. İnsanlar aptalca meşgalelerden her zaman zevk almış ve işe yaramaz şeyler için para harcamışlardır hep. Birbirleri hakkında kötü sözler söylemiş, hatta başkalarının yaşadığı talihsizliklerden zevk bile almışlardır. Ünlü şahsiyetlere kafayı takmışlardır hep. Cinsellik ve şiddete dair fantezileri için çirkin yollar aramışlardır daima. Bunların övgüye değer bir yanı var mı? Yok tabii ki. Tarihe baktığımızda insan doğasına dair bu gerçeklerin pek değişemediğini görüyoruz. Yapabileceğimiz şey, üstesinden gelmeye çalışmak ve kendimizin kötü bir versiyonu olmamak için her gün uğraşmak en fazla.

Söylediklerimize inanmadınız mı? Öyleyse tarihin kuytu köşelerine bir göz atalım ve bizden öncekiler neler yapmış bir bakalım.

  1. EĞLENCE OLARAK ŞİDDET

Günümüzde insanların şiddete karşı gitgide duyarsızlaştığını sıklıkla duyuyoruz. Yanlış anlaşılmasın: Şiddeti bir eğlence biçimi olarak ele almak en iyi ihtimalle bile ahlaki açıdan şüpheli bir tavır. Testere filmini izlemenin veya Saints Row oynamanın gençleri seri katile çevirdiğine dair ampirik bir kanıt olmaması, bu tür şeylerin bizi iyi ve nazik olmaya özendirdiğini de göstermiyor hiç. Avatarlarını seçip insan kıyan küçük çocukların bundan pek etkilendiklerini söylemek mümkün değil. Eziyet dolu korkunç filmler, insanların haberlerde gördükleri gerçek acıları hissedebilme becerilerini öldürüyor muhtemelen. İnsanların yaralandığı veya aşağılandığı YouTube videolarına veya TV programlarına gülmek sosyopatça ve ürkütücü bir davranış. Bunlar iyi şeyler değil ve toplum onlarsız çok daha iyi olur şüphesiz.

Yine de çağımız şiddet takıntısı bakımından önceki dönemlerden farklı bir noktada değil. (Modern medya kadar cinsellik ve şiddet unsurları barındıran) Halk şarkıları ve masallardan, horoz dövüşlerine ve gladyatör müsabakalarına, insanlar zamanın başlangıcından beri şiddet dolu eğlence formlarına çekilmiştir şuursuzca. Modern dönemin başlangıcında insanlar idamları izlemekle kalmıyordu yalnızca; ölüm mahkumlarıyla ilgili anı nesneleri ya da aşağılayıcı veya hisli şarkılar da kapış kapış satılıyordu. 400 yıla yakın bir geçmişi olan “Punch & Judy” isimli dövüşlü kukla gösterilerinde evli bir çift türlü türlü nedenle acımasızca birbirini hırpalamaktadır. Zombi filmlerinin ve Grand Theft Auto gibi oyunların günümüzdeki yaygınlığından rahatsızlık duyuyorsanız, insanların geçmişte hayvanlara eziyet edildiğini izleyerek eğlendiğini hatırlayın.

  1. NEVROZLAR VE YANILSAMALAR

Kapitalizm baskısı, ilaç sektörü ve anne forumlarıyla dolu çağımızın benzeri görülmemiş derecede korku dolu ve hastalık hastası bir dönem olduğu söyleniyor. İnsanlar toplumun beklentilerinden etkileniyor ve bunlara ayak uydurma isteği duyuyor. Modern yaşamın yükü de onları acayip ve şiddetli çıkışlara itiyor. Cep telefonları sizi kanser yapar! Aşılar otizme yol açar! Bir dolu madde; astım, alerji veya dikkat eksikliğine neden olur! WebMD gibi sağlık sitelerini amatörce kurcalamaktan, saflıktan ve insanların nevrotik bir şekilde gitgide kendilerine gömülmesinden ötürü bugünlerde herkes kendilerinde (veya çocuklarında) yıkıcı ve tedavi edilemez bir hastalık olduğunu sanıyor.

Ne yazık ki bunu internete bağlayamayız yalnızca. Çünkü tuhaf kitlesel yanılsamalar ve tıbbi kaygılar türümüzün olağan bir özelliği gibi gözüküyor. Örneğin 14. ve 17. yüzyıllar arasında Dans Çılgınlığı diye adlandırılan pek çok vaka yaşanmış. İnsan toplulukları aniden kontrol edilemez bir dans isteğine kapılıyor ve saatlerce, bazen kaburgalarını kırıp ölene dek dans ediyorlarmış (1518 tarihli Strasbourg Dans Vebası’nda bir günde on beş kişinin hayatını kaybettiği söyleniyor.) Ya da 19. yüzyılda Fransa’daki bir manastırda rahibeler arasında kedi gibi miyavlama salgını olmuş. Durum polislerin gelip zor kullanmasıyla yatışmış. Orta Çağ sonlarında ve Erken Modern dönemde varlıklı kesimde Cam Yanılsaması denilen bir nevroz yaygınmış. Bunu yaşayan en ünlü isim, 1368’den 1422’ye dek Fransa tahtında kalmış olan VI. Charles’mış. Kendisi bütün vücudunun camdan yapıldığına inanıyormuş ve kırılmasını engelleyecek özel giysiler giyiyormuş. 17. yüzyılda Venedik’te yaşamış bir adam ise kalçasının camdan yapıldığını düşünüyor ve çatlar diye hiçbir yere oturmuyormuş. Gelip geçmiş bu histerilere kıyasla yaşadığımız çağ nispeten yavan gözüküyor aslında.

  1. ÜNLÜ TAKINTISI

İnsanların ünlülere düşkünlüğü bugüne mi özgü sizce? MÖ 700 yılında düzenlenen Olimpiyatlardaki atletler zeytinyağına bulanırlarmış ve müsabakalardan sonraki gün vücutlarından kazıdıkları kalıntıları hayranlarına satarlarmış. 19. yüzyıl başlarında şiir sevdalıları Lord Byron’a öylesine takmışlardı ki Byromani diye bir sözcük doğmuş. Romantik şairlerin ölüm oranlarının üzücü derecede yüksek olması kitleleri umutsuzlaştırmamış, aksine, veremden esinlenerek tasarlanmış ve insanı ölümün eşiğinde gibi gösteren kılıklar doğurmuş. Ya da 19. yüzyıl sonlarında, insanların çok sevdiği Danimarka Prensesi Alexandra geçirdiği ateşli romatizma krizi nedeniyle hafif topallar olduğunda hayranları birbirine uymayan ayakkabılar giyip, bastonlar kullanarak onun gibi yürümeye uğraşmışlar.

  1. SAĞLIK VE DİYET ÇILGINLIKLARI

Organik ve glütensiz ürünlerin şevkle benimsenmesi veya aşırı ilaç kullanımından ötürü, içinde bulunduğumuz dönemle dalga geçiliyor bazen. Ancak eski zamanlarda da insanların sağlıkla ilgili çılgın fikirleri olmuştu. Viktorya döneminde yaşamış sağlıklı yemek savunucusu Horace Fletcher “Fletcherizm” diye bir hareket başlatmıştı. İnsanlar yutmadan önce lokmalarını yüz kez çiğniyorlardı. “Büyük Çiğneyici” lakaplı Fletcher, “Doğanın çiğnemeyenlerin icabına bakacağını” söylüyordu. Fletcher’ın öğretisi Upton Sinclair’den John D. Rockefeller’a kadar pek çok kişi tarafından takip edilmişti. Franz Kafka’nın bile bunu denediği söyleniyor.

Fletcherizm biraz rahatsız edici olmakla birlikte en azından zararsızdı. Fransız cerrah Sege Voronoff’un 1920 ve 1930’larda öne sürdüğü “Voronoff Tekniği” ise çok daha korkunçtu. Cinsel gücü artırdığına inanıldığı için erkeklerin yumurtalıklarına maymun derisi naklediyorlardı. Dönemin birçok milyoneri bu işlemi kendine uygulatmıştı. Şifalı ürünler patlaması yaşanan dönemde her tür sıradan nesne tıbbi faydaları varmış gibi pazarlanmıştı. Klasik sofra tuzu “Efervesan Beyin Tuzu” diye şişelenip satılıyordu. 20. yüzyılın ilk döneminde insanlar kendilerine iyi geldiğini inanarak sıcak çikolatadan havuzlara kadar her yere radyum katıyorlardı. Radyum Fitilleri bile vardı.

  1. ABSÜRD MODALAR

Geçtiğimiz on yıllarda insanların anlamsız modalara kendilerini kaptırdığı doğru. Doksanların sonunda Beanie Baby oyuncakları çılgınlığı yaşanmış, birkaç yıl önce de  “Silly Bandz” lastikleri kısa bir süre epey revaçta olmuştu. Oysa bu da yeni bir durum değil. Peruk modasının ne kadar acayip olduğunu düşünsenize. Bir noktada herkes pudralı peruklar takar hale gelmişti. 17. yüzyıl sonlarında ise insanlar daha da süslü pudralı peruklar kullanır oldular ve yüz yıldan uzun süre öyle yaşadılar. Sonra da bıraktılar. Kimse buna bir açıklama getiremedi. Yaşanıverdi sadece.

Aynı derecede acayip başka modalar da olmuştu. İnsanlar görülmedik bir hevesle dini yadigarlar topluyorlardı ve azizlere ait nesnelere çok değer veriliyordu (Nadir ve kıymetli yadigarlardan biri de İsa’nın sünnet derisi olduğu iddia edilen “Kutsal Prepüs”tü). Viktorya döneminde İngiltere’de bir çiçek dürbünü çılgınlığı yaşanmıştı; Londra sokakları gözlerine çiçek dürbünleri tutmuş insanlarla doluydu. Ve tabii bir de 17. yüzyılda Hollanda’da yaşanmış lale çılgınlığı var. Toplu bir takıntı sonucunda lale fiyatları birdenbire inanılmaz yükselmişti.

Ya da yüzük çevirme olayını düşünün. NPR sitesinden aktaralım:

(21 Ekim 1893 tarihli Cincinnati Enquirer da dahil olmak üzere pek çok gazetede yayımlanmış bir New York gazetesi haberine göre) New York’taki ofislerde çalışan genç kadınlar karşılaştıkları adamların yüzüklerine uzanıyor ve bunları çevirip duruyorlardı tuhaf bir şekilde. Bir ofis çalışanı bir muhabire şöyle demişti: “Duyduğunuz en saçma şey bu olsa gerek. Mantığı şöyle: Bir genç kadın parmağında yüzük olan bir adamla karşılaşırsa adamın parmağındaki yüzüğü iki veya üç defa çevirmelidir. Bunu sonra karşılaştığı adamlara da yapacaktır. Yüzükleri toplam yaklaşık 24 kere çevirdikten sonra ise evli olan ve alyans takmış bir kadın veya adam bulmalıdır. Bu yüzüğü de iki kez çevirdiği takdirde, el sıkıştığı bir sonraki adamla evlenecektir.” Bu olay öyle çılgın bir seviyeye ulaşmış ki New York’taki bir işletme “Yüzük meselesiyle uğraştığı tespit edilen çalışanlar derhal işten çıkarılacaktır!”diye bir uyarı asmak durumunda kalmış. Bir iş sahibi ise şöyle demiş: “Bu yüzden günlerce vakit kaybettiğimiz oluyordu.”

  1. YORUM ALANLARI

İnternetteki yorum alanlarının çöplüğe döndüğünün ve budalaca sözlerle dolup taştığının herkes farkında. Fakat böyle bir seviye düşüklüğü uzun zamandır mevcut. Antik kent Pompei’deki banyolarda bulunan yazılardan anladığımız kadarıyla insanlar geyik muhabbetinden, tuvalet sohbetlerinden ve cinsellikten bahsetmekten hoşlanıyorlar bin yıllardır.

Tüm bunları umutlandırıcı veya umut kırıcı bulabilirsiniz. Öte yandan binlerce yıldır daha kötü de olmadık. Ünlüler değişti ve güneş dürbünlerinin yerini Silly Bandz lastikleri veya stres çarkları aldı. Gülünçlüğün baki kalması insanı avutabiliyor da mahcup da edebiliyor.

Brianna Rennix ile Nathan J. Robinson’ın 20 Kasım 2017 tarihinde Current Affairs’de yayımlanmış yazısından çevrilmiştir. 

Yazının orijinal linki:  https://www.currentaffairs.org/2017/11/is-the-stupidity-of-our-age-unique

Yayım tarihi
Genel olarak sınıflandırılmış

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.