Bir araştırmaya göre, sürekli yalnız başına yemek yemek, ruhsal rahatsızlıklar dışında, mutsuzlukta en fazla payı olan etken. Arkadaşlarla vakit geçirmek neden böylesine faydalıdır?
Yalnız başına yemek yemek kimileri için eğlenceli olabilir: Makarnayı tencereden yemek, fıstık ezmesini kaşıklamak ya da soğuk bir gecede cips atıştırarak eve yürümenin büyük keyfi. Ancak sürekli tek başına yemek yemek ayrı bir konu. Ruhsal rahatsızlıkları bir yana bırakacak olursak bu, mutsuzlukla en yakından ilişkili etken. Oxford Economics tarafından, Britanyalı 8250 yetişkinle gerçekleştirilen yeni bir araştırmaya göre, sürekli yalnız başına yemek yiyenlerin mutluluk puanı ülke ortalamasının 7,9 puan altında olmuş.
Bu araştırma, başkalarıyla birlikte yemek yemek ile mutluluk arasında bir ilişki olduğunu öne süren ilk çalışma değil. Oxford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar geçen yıl, başkalarıyla birlikte sofraya oturdukça insanların mutluluk hissinin ve yaşam doyumunun artabildiğini görmüşler. Çalışmada, başkalarıyla birlikte yemek yiyen kişilerin kendilerine dair daha olumlu hisler taşıyabildiği ve sosyal ve duygusal destek ağlarının daha geniş olabildiği de gözlemlenmiş.
Oxford Üniversitesi’ndeki araştırmada görev almış psikoloji profesörü Robin Dunbar, birlikte yemek yiyen insanların neden daha mutlu olduklarını “bilmiyoruz,” diyor. Ancak bunun, genellikle kaotik haldeki hayatlarımıza düzenli bir sosyal ritüel, bir birlik ve paylaşma anı kattığı açık. Sohbet etme, hikayeler anlatma ve yakınlaşma imkânımız oluyor böylece.
Dunbar, “Ruhsal açıdan, arkadaşlarınızın olması sizi daha mutlu kılar,” diyor. “Sofrada başkalarıyla birlikte paylaştıklarınız, beynin acı yönetim merkezi olan endorfin sistemine çok iyi gelir. Endorfinler, opioid’lerdir; kimyasal açıdan morfine yakındırlar. Beyin tarafından üretilirler ve opiatlar gibi etki yaparlar. Kucaklaşma, okşama, temas etme gibi sosyal hareketler böyle bir süreç doğurur. Primatların sosyal gruplarda ve ilişkilerde bağ kurmasının temel yoludur bu.”
Yüz yüze ilişkilerimiz bizim için ölüm kalım meselesi denebilecek denli önemlidir gerçekten de. Sussex Partnership NHS Foundation Trust’taki psikoloji ve terapi bölümleri direktörü Dr. Nick Lake, “Fiziksel ve ruhsal sağlık açısından en önemli belirleyicilerden biri yalnızlık,” diyor. “Ruh sağlığı açısından anlamlı görülüyor. Oysa yalnız ve başkalarından uzak olmanın, koroner kalp hastalığı veya kanser gibi uzun dönemli rahatsızlıklar yaşama olasılığını da anlamlı derecede arttırdığına, neredeyse sigara kadar büyük bir risk faktörü olduğuna dair açık göstergeler mevcut.”
Dunbar’a göre bunun en güçlü kanıtlarından biri, kalp krizi geçirdikten sonraki 12 ayda hayatta kalabilen hastalara odaklanan 148 epidemiyolojik çalışmaya dair meta-analizler. “Açık arayla en önemli belirleyiciler, arkadaşlık ilişkilerinizin sayı ve niteliği ile sigarayı bırakmak,” diyor. “İstediğiniz kadar yiyebilir, dağınık olabilir veya içebilirsiniz. Öteki iki etkene kıyasla bunların etkisi hayli mütevazı düzeyde.”
İnsanlar, başka insanlarla (bilhassa da yüz yüze) etkileşim kurmaya yönelik bir biyolojik tabiata sahipler. Michigan Üniversitesi’ndeki bir araştırmaya göre, aile ve arkadaşlarla yüz yüze ilişkilerin yerini sosyal medya ve telefon mesajları ya da e-postalar aldığında depresyon riskimiz iki kat artabiliyor. Araştırmada, aile ve arkadaşlarıyla haftada en az üç kez temas kuranların depresif semptom seviyelerinin en düşük olduğu da görülmüş.
Duyarlılık odaklı bir terapi tekniği geliştirmiş olan psikolog Prof. Paul Gilbert, “Hayvanların en sosyali biziz,” diyor. “Beyinlerimiz ve bedenlerimiz, doğduğumuz andan itibaren başkalarıyla etkileşimimizle işleyecek bir yapıya sahip.” Kaplumbağa veya balıklar gibi, çok sayıda yavru doğuran başka birçok yaratık böyle değil. Gilbert, “Onların bakıma ihtiyacı olmuyor,” diyor. “Çoğu üreyebilir bir yaşa gelmeden önce ölüyor. Memelilerdeki bakım davranışı evrimde büyük bir adaptasyon. Beyni ve beden fizyolojisini değiştiriyor ve ebeveyn, yavrusuna yakın kalmaya odaklanıyor. İnsanın yatıştırma ve bağ kurma becerisi en önemli özelliklerden. Bir anne, bebeğiyle göz teması kurup gülümsediğinde, yüzündeki olumlu duygu ve sesi çocukta olumlu hisler uyandırıyor. Buna neden aynalanma dendiğini de anlıyorsunuz; bebek de ona gülümsüyor.”
“Mutlulukla ilişkili olumlu duyguların uyanabilmesi, size dair olumlu duygular taşıyan kişilerle etkileşiminiz ile başlar. Dolayısıyla, arkadaşlarınızı görmeniz ve onların “Seni gördüğüme sevindim,” demeleri önemlidir.
Fakat arkadaşlar veya aileyle görüşmekten bizi alıkoyan birçok etken oluyor: ruhsal rahatsızlıklar, hareket imkânının olmaması veya maddi güçlükler. Salford’daki psikolojik hizmetler merkezinde klinik psikolog ve şef olarak görev yapan Alison Harris, “Tasarruf mecburiyeti mutlu ve iyi olmaya büyük etki yapıyor,” diyor. “Özellikle evsizlik ve işsizlik bizi başkalarıyla temas kuramaz hale getiriyor. Evsizlik, belirgin birçok zararının yanı sıra, sosyal tecrit ve kaygıyı da ciddi ölçüde artırıyor. Dahası pek çok kişi topluluklarından mecburen uzak kalmış halde. Ruh sağlığı merkezlerine gelen göçmenlerin yoğun derecede keder, depresyon ve kaygı yaşadığını görüyoruz. Ve bu yalnızca yaşadıkları travma ve eziyetten ya da ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmalarından değil, ailelerinden ve toplumlarından kopmuş olmalarından da kaynaklanıyor.”
Başkalarıyla birlikte olmanın bedenimiz üzerinde etkiler var. İlişkiler (buluşma ve partilere gitmek, evlenmek, başkalarıyla olumlu etkileşimlerde bulunmak) sempatik sinir sistemimizi uyarıyor. Gilbert’a göre (“dinlenme ve sindirim” sistemi olarak da bilinen) parasempatik sinir sistemi, başkalarıyla ilişkilerdeki sözlü içerikler ve ses tonu ile uyarılıyor. Bildiğimiz kadarıyla, metinler bizi harekete geçirmiyor. Genel olarak bizler ses, ifade ve temasa tepki verecek bir tabiattayız. Fizyolojimiz, yüz yüze etkileşime göre.
Temas kurmanın önemini kavramak depresyonla mücadele eden kişiler için olanaksız olabilir elbette. Öyle zamanlarda telefon açabilmek veya mesaj gönderebilmek fevkalade ilerleme göstergesidir. İdeal iletişim biçimi olmayabilir, ancak duvara bakıp durmaya kıyasla büyük bir gelişimdir.
Kendimizi düşük enerji hallerinden çıkarmak (bunun için duyarlı bir iç değerlendirmeye ve başkalarıyla duyarlı ilişkilere kavuşmak) Gilbert’ın çalışmalarının ana noktası. “Birine ‘en derinlerinizde, en büyük korkunuz nedir?’ diye sorsanız, bunun reddedilme, iyi bulunmama olduğunu görürsünüz. Sevilmemekten, istenmemekten korkar insan. Tüm öfke ya da korku, utançtan, iyi bulunmamaktan veya istenmemekten doğuyor. Hoş bulunmamaktan korkuyoruz.”
Son on yılda sosyal medyanın yükselişiyle birlikte, “Hayli plastik bir topluma dönüştük. Hepimiz tiyatrocular gibi yaşıyor, en iyi halimizi sunuyoruz,” diyor Gilbert. “Bu gerçek olamaz ve bu nedenle birçok kişi de kendini başarısız veya işe yaramaz hissediyor. ‘Ben bu kadar çekici değilim, kiloluyum veya o kadar iyi ya da sevgi dolu değilim’ gibi düşüncelere kapılıyorlar,” diye de belirtiyor.
Gilbert’a göre, en iyi ilişkiler, insanların bizi zor yönlerimiz ve kusurlarımızla da kabul edip sevdiği ilişkilerdir. “İnsanlar sevmenin, sadece kolaylıkları değil, zorlukları da sevmek demek olduğunu unutuyorlar,” diyor. Bunu ise bizi yakından tanıyanlar yapabilir ve bu da yan yana bulunmakla, birlikte yiyip içmekle, paylaşmakla mümkün olur. Birlikte vakit geçirmek sosyal bir besin. Dolayısıyla bir arkadaşınıza telefon açmak veya sosyal medyadan mesaj atmak yerine, kapısını çalıp, yüz yüze gelirseniz ikiniz de daha iyi hissedebilirsiniz.
Jenny Stevens’ın 23 Mayıs 2018’de The Guardian’da yayımlanmış yazısından çevrilmiştir.
Yazının orijinal linki: https://www.theguardian.com/society/2018/may/23/the-friend-effect-why-the-secret-of-health-and-happiness-is-surprisingly-simple