Uçak yere yaklaşık bir mil kala yavaşlayıp düzleşti. İlerisindeki Viyana sarayı tıpkı masallardaki şatolar gibi ışıl ışıl parlıyordu. Pilot işaret verince Gerald Blanchard aşağıya baktı, paraşütünün kayışlarını kontrol etti ve karanlığın içine atladı. Bir anlık hızlı düşüşün ardından ipi çekti ve kiremitlerle kaplı çatıya doğru süzüldü yavaş yavaş. 1998 yılı Haziran ayı başlarında bir gündü. Ilık bir akşam rüzgarı esiyordu ve böyle devam ederse Blanchard, Köchert’in Pırlantalı İncisi’nin bulunduğu salonun tam üstüne inecekti. Paraşütünü hedefe doğru yönlendirdi.
Blanchard daha birkaç gün önce, eşi ve varlıklı kayınpederi ile tatil yapan yirmili yaşlarında bir adam portresi çiziyordu. Üçü birlikte Londra, Roma, Barselona, Fransız Rivierası ve Viyana’yı kapsayan altı aylık bir Avrupa turuna çıkmıştı. Avusturya’nın Versailles’ı diye nitelendirilebilecek Schönbrunn Sarayı’na uğradıklarında kayınpederinin VIP statüsü sayesinde özel bir koleksiyondaki çok kıymetli bir parçayı görebilme fırsatları olmuştu. İşte karşılarındaydı: Mağara gibi bir odada, alarmlı bir muhafaza içinde, kurşun geçirmez camlar ardında ve ağırlığa duyarlı bir kaide üzerinde duruyordu. Ortasında devasa bir inci bulunan on köşeli bir pırlanta yıldızdı bu; narin ve göz kamaştırıcıydı. Blanchard mücevhere beş saniye baktıktan sonra onu almayı kafaya koymuştu.
Müze rehberi, Köchert’in Pırlantalı İncisi’ni anlatmaya başladı. Sisi’nin Yıldızı olarak bilinen bu mücevher İmparatoriçe Elizabeth’in upuzun ve nefis saç örgülerine takması için özel olarak yapılmış pek çok parçadan biriydi. Sisi adıyla kalplerde taht kurmuş imparatoriçe 100 yıl önce öldürülmüştü. Yıldızlarından yalnızca iki tanesi günümüze ulaşmış ve ilk kez 75 yıl önce ziyarete açılmıştı.
Blanchard anlatılanları dinlemiyordu. Köşedeki hareket sensörlerini, muhafazadaki vidaları, yakınlardaki büyük pencereleri inceliyordu. Güvenlik açıklarını hemen görebilmek gibi acayip bir yeteneği vardı. Yağmur Adam’ın haydut versiyonu gibiydi adeta, riskleri hemen algılayabiliyordu. Ve bu durumda olasılıklar iyi gözüküyordu. Blanchard, rehberin söylediğine göre 2 milyon dolar değerinde olan yıldızı yeniden satamayacağını biliyordu. Fakat mücevher aklını başından almıştı ve bu çağrıya karşı koyması mümkün değildi.
Hemen işe koyuldu ve yıldızın bulunduğu odadaki tüm ayrıntıları kameraya kaydetti (Mücevherin bulunduğu muhafazanın yanındaki “Çekim Yapmak Yasaktır” yazısını bile çekivermişti). Görevli yan odaya geçtiğinde Blanchard bir anahtarla gizlice vidaları gevşetti, pencerelerin kilitlerini açtı ve saraydaki sensörlere rağmen (çok yavaş da olsa) hareket edebileceğini gördü. Sonra hediyelik eşya dükkanına uğradı ve ebatlarını iyice anlayabilmek için Sisi’nin Yıldızı’nın bir kopyasını satın aldı. Kapılarda duran ve salonları dolaşan silahlı güvenlik görevlilerini de izledi.
Çatı kısmı serbestti ve uzun suç kariyeri boyunca Blanchard’ın edindiği becerilerden biri de paraşüt kullanmaktı. Kısa süre önce arkadaş olduğu Alman bir pilot, para karşılığında iş çevirmeye talip olmuş ve Blanchard’ın paraşüt ayarlamasına yardım etmişti. Blanchard, yıldızı ziyaret edişinden yalnızca bir gece sonra sarayın çatısına iniş yapıyordu.
Fakat hava işleri çetindir. Blanchard da sarayı geçip gidecekti az daha. Eğimli duvarın kenarından kayıp geçecekken son anda yavaşlayabildi ve çatının kenarındaki parmaklığı yakalayarak dört kat aşağı düşmekten kurtuldu. Bir an hareketsiz yattı. Sonra derin bir nefes alıp paraşütü çıkardı, çantasındaki ipi mermer bir sütuna doladı ve binanın kenarından aşağı indi.
Blanchard önceki gün kilidini açmış olduğu pencereden içeri girdi dikkatli bir şekilde. Güvenlik görevlileriyle burun buruna gelebileceğini biliyordu. Öte yandan Schönbrunn Sarayı 1000’den fazla odası bulunan, kocaman bir yerdi ve olasılık hesabı aklına yatmıştı. Güvenlik görevlilerinin geldiğini duyarsa devasa perdelerin arkasına saklanacaktı.
Yakınlardaki odalardan hiç ses gelmiyordu. Blanchard yavaş yavaş mücevhere yaklaştı. Önceden gevşetmiş olduğu vidaları çıkarırken alarm sistemine bağlı iki uzun pistonun yerinden oynamaması için bir tereyağı bıçağı kullandı. Esas mesele, yıldızın zeminindeki yaylı mekanizmanın, ağırlık değişiminden ötürü harekete geçmesini önlemekti. Blanchard bunu da hesaba katmıştı elbette: Elini cebine attı ve Elizabeth’in mücevherli tokasını müze dükkanından aldığı kopyayla değiştirdi.
Blanchard birkaç dakika içinde Sisi’nin Yıldızı’nı cebe atmıştı ve beline bağlı bir ip sayesinde arka duvardan bahçeye iniyor, ipi toplaya toplaya aşağıya süzülüyordu. Sonraki gün müzeye tekrar gitmiş ve ziyaretçilerin yıldızın ucuz kopyasına hayranlıkla bakışlarını izlemişti. Daha sonra saraydaki çöp kutularından birinde bir paraşüt bulunduğunda kimse bunu yıldızla ilişkilendirmedi çünkü mücevherin çalınmış olduğu o sırada bilinmiyordu. Kayıp olduğu ancak iki hafta sonra anlaşıldı.
isi’nin Yıldızı daha sonra bir tüplü dalış aygıtının filtresi içinde Kanada’ya, savcıların Blanchard Suç Örgütü diye adlandırdıkları ekibin merkezi olacak olan eve gitti. Blanchard, izleme sistemleri ve elektronik konusundaki kitabi bilgileri sayesinde suç planlarına hakim bir beyin olmuştu. Yıldız soygunu da onu başarılı ve tecrübeli hırsızdan bir suç ustasına çevirmişti.
Bir savcının ifadesiyle “kurnaz, akıllı, entrikacı ve yaratıcı”ydı. Blanchard, polisi yıllarca atlattı. Fakat sonunda bir hata yaptı. Ve bu hata, Kanada’nın Winnipeg kentindeki mütevazı polis teşkilatından iki memuru Afrika, Kanada ve Avrupa’ya uzanan ileri seviye bir suç ağının peşinde çılgın bir kovalamacaya sürükledi. Winnipeg’deki dedektiflerden Mitch McCormick hadiseyi, “Böyle bir şey görmemiştik daha önce,” diye anlatıyor.
Blanchard ilk hırsızlığını 6 yaşındayken, bekar annesiyle birlikte Winnipeg’de yaşadığı dönemde yapmıştı. Süt alacak paraları yoktu. Uzun süre mısır gevrekleri kuru kuru yiyen çocuk bir gün komşularının verandasında süt şişeleri olduğunu görmüştü. Blanchard o günü, “Sanki bir tatbikattaymışım gibi arabaların arasına sokuldum,” diye anlatıyor. “Aldığımı kimse görmemişti.” Kalbi çarpmış, süt daha da lezzetli gelmişti. “Ondan sonra bu işin müptelası oldum,” diyor.
Blanchard sonra Nebraska’ya taşınmış, göbek adı olan Daniel’ı kullanmaya başlamış ve usta bir hırsız olmuştu. Hiç öyle gözükmüyordu; çelimsiz, ufak tefek ve gözlüklü haliyle küçük bir Bill Gates’ti adeta. Oysa eli durmuyordu ve ıslahevinde başını derde sokuyordu sürekli. “Daniel ile sınıfımdaki videoyu çalması üzerine tanıştık,” diyor Blanchard’ın öğretmenlerinden Randy Flanagan. Öğretmen, yumuşak ifadeli bu kibar çocuğu doğru yola sevkedebileceğini düşünerek onu ev mekaniği dersine almış, kollamaya başlamıştı.
Flanagan’ın dediğine bakılırsa çocuk “Doğuştan kabiliyetliydi.” Blanchard’ın annesinin anlattıklarına göre, daha küçücükken her şeyi parçalarına ayırabiliyordu. Ağır disleksi ve bir konuşma güçlüğü yaşayan Blanchard, öğretmeninin dediğine göre “El işlerinde dahi”ydi. Blanchard, Flanagan’ın derslerinde konstrüksiyon, ahşap işçiliği, model yapımı ve otomobil tamiri öğrendi. İkili arasında bir bağ kurulmuştu. Flanagan, Blanchard için bir baba figürü olmuştu; çocuğu okula götürüp getiriyor, kollayıp gözetiyordu. Blanchard o günleri, “Bendeki yeteneği görebilmişti ve bunu iyiye kullanmamı istiyordu,” diye anlatıyor.
Flanagan, iflah olmaz gözüken pek çok çocuğun iyileştiğini görmüştü daha önce. “Birinin ne denli değişebileceğini asla bilemezsiniz,” diye düşünüyordu. Blanchard’a da öyle olmasını ummuştu hep. Fakat gülerek anlattığı üzere, “Daniel, sınava çalışacağı süreden fazlasını kopya çekmek için harcayan çocuklardandı.”
Daniel, okuldan sonra markette çalışmayı daha lise yıllarının başında bırakmış ve daha kazançlı fırsatlara yönelmişti; arkadaşlık kurduğu dükkan görevlilerinin çaldığı onbinlerce dolarlık mallara göz kulak oluyordu. O günleri anlatırken, “Kimin benimle çalışacağını hemen anlayabiliyordum,” diyor. “Bir beceri olsa gerek bu.”
Blanchard çok sayıda mekanik ve elektronik aletin işleyişine hakim olmuştu gitgide. Kameralara ve izleme sistemlerine kafayı takmıştı: Hedeflerini, girişimlerini ve birikimlerini izliyordu. Teknoloji heveslerinden ötürü Paskalya Pazarı’nda bir Radioshack’ı boşaltmıştı. 16 yaşında 100.000 dolardan fazla nakit parası olmuş ve bir ev satın almıştı (Parasını idare etmesi ve onun adına anlaşma yapması için bir avukat tutmuştu). Oraya taşınırken annesine evin bir arkadaşına ait olduğu söylemişti. “Konuyla ilgilenmedi,” diyor, “Ben de ondan uzak tutmaya çalıştım hep.”
Blanchard bu dönemde, hırsızlıktan ötürü tutuklandı. Birkaç ay cezaevinde kaldı ve duruşmada Flanagan’ın kendisine kefil olması sonucunda, adamın sorumluluğuna verilerek serbest bırakıldı. “Çocuklarımla arası çok iyiydi,” diyor Flanagan. “Ve toparlanabileceğini düşünüyordum.” Fakat haksız kazançlarıyla hava atan Blanchard’ın gitgide ilerleyen suç kariyerini göz ardı etmek pek mümkün değildi. “FBI bir gün kapımıza dayandığında şaşırmadım,” diyor Flanagan. “Cebinden bir tomar para çıkarır ve içinden bir banknot çekip pizzacıya verirdi.”
Blanchard Nisan 1993’te Iowa’nın Council Buffs kentindeki şüpheli bir araba yangını nedeniyle tutuklandı ve polis merkezine götürüldü. O günü, “Geceyarısını geçinceye dek sorgu odasında tuttular beni,” diye anlatıyor. “Bir noktada yan odaya geçmeyi başardım ve döşemeden tavana tırmandım.” Kimse fark etmemişti. Onun yangın çıkışından kaçtığını düşünen polislerin koridorda koşuşturduğunu duyuyordu. Birkaç saat beklemiş ve merkez iyice boşaldıktan sonra yere inip bir polis ceketi, rozet, radyo ve tabanca çaldı. Sonra sorgu masasına bir kurşun bırakarak oradan ayrıldı. Asansörle giriş katına gitti ve elini kolunu sallaya sallaya ana kapıdan dışarı çıktı. Gün ağarırken, otostop çektiği motorsikletin arkasında Omaha’ya doğru gidiyor, çaldığı şapkayı rüzgarda sallıyordu. Sürücü, “Neden üniformalısın?” diye sordu, Blanchard da “Kostümlü Parti,” dedi, “Çok eğlenceliydi.” Bu sırada güneş doğuyordu.
Blanchard ertesi gün yeniden yakalandı. SWAT ekibi onu annesinin evindeki tavanarasından çıkartmak için el bombaları atmıştı. Fakat yine ve bu kez de bir polis aracının arka koltuğundan kaçmayı başararak polisleri şaşkına çevirdi. “Arabadan çıkıp anahtarı bırakmışlardı,” diyor. “Arada bir paravan yoktu. Ben de ellerimi öne getirinceye dek kelepçelerle oynadım. Sonra kapıları kilitledim, öne geçtim ve arabayı çalıştırdım.” Yetkililer Blanchard’ın peşine düştü. Adam sonunda arabayı bir et lokantasının park yerine çekti ve inip kaçmaya başladığı sırada tekrar yakalandı.
Blanchard bu defa dört yıl hüküm giydi. Karar, bir sınır dışı etme emri de içeriyordu. Mart 1997’de ülkesi Kanada sınırında serbest bırakıldı. Sonraki beş yıl boyunca ABD’ye dönmesi yasaktı.
“Sonrasında Daniel’dan yılda bir iki kez haber aldım, onun için yaptıklarıma teşekkür ediyordu,” diyor Flanagan. Blanchard ona dünyanın çeşitli yerlerinden tatil resimlerini yollamıştı; fotoğraflarda havalı plajlarda ya da Viyana sarayları önünde poz veriyordu. Kendi güvenlik işini kurduğunu söylüyordu. “Dedikleri doğru olsun istiyordum,” diyor Flanagan. “Ama güvenlik karşıtı bir iş yaptığına dair bir his vardı içimde.”
Blanchard 2001’de arabayla Edmonton civarında dolaşırken, Alberta Treasury bankasının yeni bir şubesinin açılacağını gördü. İçsel hesap becerisiyle, riskin düşük olduğunu fark etti ve hedefi dikkatle gözetlemeye başladı. Sisi’nin Yıldızı soygununun üzerinden üç yıl geçmişti; yeni ve büyük bir şeyler denemenin vakti gelmişti artık.
Bankanın inşaatı sırasında Blanchard bazı geceler binaya sızıyordu, bazı günler de bir kurye veya inşaat işçisi kılığında içeri girip gözlem yapıyordu. İçeride henüz para bulunmadığı için güvenlik çok sıkı değildi. Blanchard bu sayede ATM’lerin konulacağı bölüme izleme cihazları yerleştirebildi. Makinelerin ne zaman geldiğini ve ne tür kilitleri olduğunu böylece öğrenebilmişti. Aynı kilitleri internetten bulup aldı ve üzerlerinde tersine mühendislik denemeleri yaptı. Sonra Alberta Treasury’ye gidip kilitleri söktü ve işlevsizleştirip yeniden monte etti.
Banka işinin 60.000 dolar gibi mütevazı bir getirisi olacaktı, fakat heyecanı paradan da önemliydi. Blanchard’ın hırsları gibi tekniği de ilerlemişti. Flanagan’a bakılırsa Blanchard sistemi alt etmek istemişti hep ve bu konuda gitgide iyileşiyordu.
Blanchard sonraki birkaç yılda altı tane bankayı hedef aldı. Havalandırma sistemi yoluyla içeri giriyor ve daracık yerlere sığabilmek için iki büklüm oluyordu bazen. Kimi zaman ise kilitlerle oynuyordu. Kızılötesi sensörler olduğunda ışınları görebilmek için özel gözlükler kullanıyordu.Ya da ışınları kurşun kaplı bir çantayla keserek sensörü atlatıyordu.
Bir yığın alet edinmişti: Gece görüşü kameraları, uzun menzilli lensler, bankaya sakladığı ses ve video kayıt cihazlarındaki verilere ulaşmasını sağlayan yüksek kazançlı antenler, polis frekanslarının şifrelerine göre programlanmış tarayıcılar. İpler, üniformalar, kameralar ve mikrofonlar içeren bir soygun setini yanında taşıyordu hep. 2002’de Bank of Nova Scotia’nın Edmonton şubesine girmiş ve havalandırma kanallarının yanına bir metal panel yerleştirerek, polis baskını olursa içine saklanabileceği gizli bir yeraltı bölmesi oluşturmuştu.
Fakat böyle numaralara hiç gerek kalmıyordu. Bunun bir nedeni de Blanchard’ın, pek çok banka ATM’sinde kullanılan Mas-Hamilton ve La Gard kilitlerindeki düzeneği ezberlemiş olmasıydı (Bunlar büyük ve karmaşık mekanizmalardır. Polisler daha sonra Blanchard’ı sorguya çekerken ona bir sürü parçaya ayrılmış bir Mas-Hamilton kilidi vermişlerdi ve adam parçaları 40 saniyede bir araya getirerek herkesi şaşkına çevirmişti).
Blanchard başka kılıklara girmeyi de öğrenmişti. Kimi zaman Home Depot’dan aldığı bir kaskı takıp başka birine dönüşüyordu. Daha ayrıntılı kılıkları da oluyordu. (Sahte isimleri için hazırlanmış) Vaftiz ve evlilik sertifikalarını kullanarak sürücü ehliyetleri almaya başlamıştı. Çeşit çeşit takma isimle direksiyon sınavlarına girdiği, pasaport başvurusu yaptığı ya da üniversite programlarına kaydolduğu bile oluyordu: James Gehman, Daniel Wall ya da Ron Aikins. Makyaj, gözlükler ve saç boyaları sayesinde James, Daniel ya da Ron gibi isimlere farklı farklı tipler yaratıyordu.
Blanchard yıllar içinde çeşitli güvenlik şirketlerinin ve hatta emniyet kurumlarının kimlik ve üniformalarını edinip biriktirmişti. Kimi zaman sırf eğlencesine ya da denemek için muhabir numarası yapıyor ve ünlülerle takılıyordu. NHL maçlarına gitmek ya da Indianapolis Motor Pisti’nde yarış efsanesi Mario Andretti’yle birlikte tur atabilmek için VIP kartları hazırlamış ve basın kartı başvuruları yapmıştı. Monte Carlo’daki bir yat yarışında Monako Prensi ile tanışmış, bir konserinde Christina Aguilera ile röportaj yapmıştı.
Angela James’le de Temmuz 2000’deki bu konserde tanışmıştı. Upuzun siyah saçları olan Angela, söylediğine göre Ford Models mankenlik ajansına bağlı çalışıyordu. Tanışır tanışmaz çok iyi anlaşmışlardı ve genç kadın telefonunu verince Blanchard çok sevinmişti. Onun “suç olaylarına aşina” olduğunu, kendisine yardım edebileceğini hissetmişti. Bir yoldaşının olması Blanchard’ın hoşuna gitmişti. James, epey boş vakti olan, dışadönük ve eğlenceli bir alem insanıydı. Bir süre sonra banka işlerinde Blanchard’a yardım etmeye başladı. Gündüz keşiflerinde ekip oluyorlardı. Angela çarpıcı görünüşüyle dikkat dağıtıyor Blanchard da bu sırada bilgi topluyordu. Geceleri ise kadın etrafı kolaçan ediyordu.
Hiçbir zaman romantik bir ilişkileri olmadı, fakat birlikte dünyayı gezdiler. Blanchard’ın paralarını off-shore hesaplarına aktarmak için Karayipler’e uğradılar, Jamaika’da ve Turks ve Caicos Adaları’nda kamp yaptılar ve Blanchard’ın 13 ayrı isimle açtığı hesapların bazılarına 10.000 dolarlık eklemeler yaptılar. Off-shore hesaplarındaki para sosyetik yaşam tarzını karşılamak içindi. Kanada’daki para emlak işlerine kullanılıyordu ve başa bir şey gelirse diye de Avrupa’daki fonlar vardı.
Kuzey düzlüklerinde kış mevsiminin yerini bahara bıraktığı günlerde, 15 Mayıs 2004’ün gece yarısı saatlerinde Blanchard, Winnipeg’deki bir banliyö sitesi olan Mega Centre’da bulunan Canadian Imperial Bank of Commerce şubesinin kapısına doğru yürüdü. Kilidi levyeyle açıverdi ve içeri girip kapıyı kilitledi. Bu yeni şube Pazartesi günü faaliyete geçecekti ve Blanchard ATM’lerin Cuma doldurulmuş olduğunu biliyordu.
Blanchard her zamanki gibi titizlikle yaklaşmıştı ve öncesindeki geceler boyunca James dürbünle etrafı gözleyip özel olarak ayarlanmış bir telsizden ona gelişmeleri aktarırken Blanchard da bankaya girip bilgi toplamış ve kilitleri kurcalamıştı. Bir elektrik prizinin arkasına verici, termostata gizli kamera, duvarın arkasına da basit bir bebek izleme cihazı koymuştu. ATM odasındaki alçı panellere içeri girip çıkmak için kullanabileceği kulplar bile yerleştirmişti. Blanchard odayı ayrıntılı bir şekilde ölçmüş ve bir arkadaşının yakınlardaki atölyesinde alanın bir maketini yapmıştı. Egzersizler sayesinde, ATM’nin alarmı devreye girdikten sonraki 90 saniye içinde işini bitirip uzaklaşabilir hale gelmişti.
Blanchard yaklaştığında ATM odasına giden kapının kilitlenmemiş ve ardına kadar açık olduğunu gördü. Şans yüzüne gülmüştü. Tek yapması gereken içeri girmekti.
Joshua Bearman’ın 22.03.2010 tarihinde Wired’da yayımlanan yazısından çevrilmiştir.
Yazının orijinal linki: https://www.wired.com/2010/03/ff_masterthief_blanchard/all/1
Çevirmen: Gülin Ekinci