IV. İklime Bağlı Salgınlar
Bubonik buz erirse neler olur?
Bir kaya, şayet doğru bir noktadaysa, gezegen tarihine dair bir kayıt niteliğindedir; milyonlarca yılın kalıntıları jeolojik güçlerin etkisiyle birkaç santimetrelik katmanlarda toplanmıştır. Aynı durum, iklimin geçmişini saklayan buz için de geçerli. Buz da aynı şekilde işliyor ve iklimin kaydını tutuyor. Ancak o, donmuş ve bir kısmı çözülüp yeniden hayata geçebilecek bir tarih. Şu an Kuzey Kutbu’nun derinliklerinde, milyonlarca yıldır havaya karışmamış ve bazıları insandan bile önceye uzanan hastalıklar gömülü bulunuyor. Tarih öncesine ait bu mikroplar buz örtüsünün altından çıktığı takdirde bağışıklık sistemlerimiz onlarla mücadele etmeye hiç de hazırlıklı olmayacak.
Kuzey Kutbu, daha yakın dönemlere ait korkunç mikropları da bünyesinde barındırıyor. Araştırmacılar Alaska’da, 500 milyon kadar kişiyi etkilemiş ve yaklaşık 100 milyon kişinin hayatını kaybetmesine (dünya nüfusunun yaklaşık yüzde beşi ve felaket bir son getirdiği dünya savaşında ölenlerin neredeyse altı katı) yol açmış olan 1918 gribinin kalıntılarıyla karşı karşıya kaldılar bile şimdiden. BBC’nin Mayıs ayında bildirdiğine göre bilim insanları çiçek virüsü ve bubonik vebanın da Sibirya’daki buz tabakaları altında saklı olduğundan şüpheleniyorlar. Kuzeyimizde, insanlığı harap etmiş hastalıklardan birer numune, güneşin altında unutulup bozulmaya yüz tutan bir yemek gibi bekliyor.
Uzmanlar, buzların çözülmesinin ardından, bahsi geçen mikropların pek çoğunun aslında hayata geçmeyeceğini söylüyorlar. Bu mikropların büyük kısmının şimdiye dek zorlu laboratuvar koşullarında yeniden canlandırılmış olduğuna (32.000 yıllık “ekstremofil” bakterisi 2005’te, 8 milyon yıllık bir mikrop ise 2007’de yeniden canlandırıldı ve bir Rus bilim insanı yalnızca merakından ötürü 3,5 milyon yıllık bir bakteriyi kendisine enjekte etti) ve eski salgınların dirilmesi için o tür koşulların gerekli olduğuna dikkat çekiyorlar. Oysa daha geçen yıl, permafrost tabakasının incelmesi sonucunda, en az 75 yıl önce bakteri nedeniyle ölmüş bir ren geyiğinin gövdesinin açığa çıkmasıyla ortaya salınan şarbon bakterisi bir erkek çocuğun ölümüne 20 kişinin de hastalanmasına yol açtı. Ayrıca 2000 ren geyiğinin enfekte olmasıyla birlikte hastalık tundranın ötesine de yayıldı.
Epidemiyologları eski devirlerdeki hastalıklardan daha çok endişelendiren mesele; mevcut sıkıntıların yer değiştirmesi, yeni biçimler alması, hatta ısınma nedeniyle yeni şekillere evrilmesi. İlk etki coğrafi nitelikte. Erken Modern Dönem öncesinde, maceralara açılan yelkenliler, insanların ve bünyelerindeki mikropların birbirine karışmasına ivme kattığında, yerelliğin getirdiği sınırlar salgınlara karşı bir kalkan olmuştu. Küreselleşmenin yaşandığı ve insan topluluklarının muazzam derecede birbirine karıştığı günümüzde bile ekosistemlerimiz çoğunlukla istikrarlı bir çizgide seyrediyor ve bu da bir sınır işlevi görüyor. Ancak küresel ısınma bu ekosistemleri karıştıracak ve tıpkı Cortés hadisesindeki gibi, hastalığın o sınırları aşmasına yardımcı olacak. Maine veya Fransa’da yaşıyorsanız deng humması veya sıtma konusunda pek endişelenmezsiniz. Oysa tropik kuşak kuzeye doğru kaydıkça ve sinekler de o yöne doğru hareket ettikçe böyle endişeleriniz olacak. Birkaç yıl önce zika hastalığı hakkında da endişe taşımıyordunuz.
Esasen zika, endişe verici ikinci etki olan hastalık mutasyonu için de iyi bir model teşkil ediyor olabilir. Son zamanlara dek zikadan bahsedilmemesinin bir nedeni Uganda’yla sınırlı olmasıydı. Bir diğer neden ise, doğum kusurlarına yol açtığının kısa zaman öncesine dek görülmemiş olması. Bilim insanları neler olduğunu veya neyi ıskaladıklarını hâlâ tamamen anlayabilmiş değiller. Ancak iklimin bazı hastalıklar üzerindeki etkisine dair kesin olarak bildiğimiz şeyler de var: Örneğin sıtmanın daha sıcak iklimlerde yoğun şekilde yaşanmasının tek nedeni onu taşıyan sineklerin o bölgelerde bulunuyor olması değil. Isıdaki her bir derecelik artış parazitlerin on kat daha hızlı şekilde üremesine yol açıyor. Bunun da etkisiyle Dünya Bankası, 2050’de 5,2 milyar insanın bu hastalıkla karşı karşıya olabileceğini öne sürüyor.
V. Solunamaz Hava
Milyonlarca insanı nefessiz bırakan ölümcül hava kirliliği.
Ciğerlerimizin oksijene ihtiyacı var, ancak o, soluduğumuz havanın yalnızca bir kısmı. İçimize çektiğimiz karbondioksit miktarı ise artıyor: Kısa süre önce milyon başına 400 parçacığı geçti ve mevcut trendlerden hareketle yapılan tahminlere göre 2100 yılında 1000 ppm seviyesine ulaşılacak. Bugün soluduğumuz havayla kıyaslayacak olursak, bu değer, insanların bilişsel becerilerinde yüzde 21’lik bir azalma yaşanacağı anlamına geliyor.
Sıcak havadaki diğer unsurlar ise daha da korkutucu. Kirliliğin az miktarda artması bile ömür süresini on yıl kadar kısaltabiliyor. Gezegen ısındıkça ozon oluşumu artıyor ve Ulusal Atmosfer Araştırmaları Merkezi’nin tahminlerine göre, yüzyıl ortasında Amerikalılar sağlıksız ozondaki yüzde 70’lik artıştan ötürü sıkıntı yaşayabilirler. 2090 yılında dünya çapında 2 milyar kadar insan Dünya Sağlık Örgütü’nün “güvenilir” diye nitelendirdiği seviyenin ötesinde bir hava soluyor olacak. Geçen ay yayımlanan bir makaleye göre, hamile bir kadının, başka etkilerin yanı sıra ozona maruz kalması bebeğinde otizm riskini (diğer çevresel etkenlerle birleştiğinde on kata kadar) artırabiliyor. Batı Hollywood’da otizm vakalarının yayılışını tekrar düşündüren bir durum bu.
Fosil yakıtların kullanılmasının ortaya saldığı küçük parçacıklardan ötürü her gün 10.000’den fazla kişi hayatını kaybediyor. Her yıl 339.000 kişi kontrol edilemez yangınlar nedeniyle ölüyor ve bu, iklim değişikliğine bağlı olarak orman yangınları döneminin uzamasından kaynaklanıyor kısmen (ABD’de 1970’den bu yana 78 günlük artış oldu). ABD Orman Hizmetleri’ne göre 2050’de, kontrol edilemeyen yangınlar bugüne kıyasla iki kat daha yıkıcı etki yapacak ve bazı yerlerde, yanan alan miktarı beş kat artabilecek. İnsanları daha da endişelendiren konu, özellikle de torf sayesinde gelişmiş ormanların yangınlarla harap olması halinde emisyonların geleceği durum. Örneğin 1997’de Endonezya’daki torf alanlarında yaşanan yangınlar küresel karbondioksit salınımını yüzde 40’a varan oranda artırdı ve yangın, ısınmayı, ısınma da yangını artırıyor. 2010 yılında, beş yıllık bir dönemde ikinci kez “yüz yıllık kuraklık”la karşı karşıya kalan Amazon gibi yağmur ormanlarının (atmosfere inanılmaz derecede karbon salmanın yanı sıra ormanı küçülten) bu yıkıcı ve hırpalayıcı orman yangınlarına karşı savunmasız olacak denli kuruması gibi korkunç bir ihtimal de var. Bu özellikle kötü; çünkü bugün oksijenimizin yüzde 20’sini Amazon ormanları sağlıyor.
Bir de daha bilindik kirlilik biçimleri var. 2013’te Kuzey Kutbu’ndaki buz tabakalarında yaşanan erime Asya’daki iklim döngüsünde değişikliğe yol açarak Çin’i ülke için kritik olan doğal havalandırma sisteminden mahrum bıraktı ve ülkenin kuzey bölgelerinin büyük kısmı, solunması olanaksız bir kirli hava tabakasıyla kaplandı. Nefes almak sahiden olanaksız. Hava Kalite Endeksi denilen ve riskleri kategorilere ayıran ölçüme göre, 301 ila 500 aralığı en yüksek seviyedir ve “kalp veya ciğer hastalığının ciddi derecede ağırlaşması riski, kardiyopulmoner hastalık sahibi kişiler ve yaşlılar için erken ölüm riski” ve herkes için “ciddi solunum aksaklıkları” uyarıları ile ifade edilir. Bu seviyede “kimsenin dışarıda olmaması gerekir.” 2013’te Çin’de yaşanan “hava felaketi”nde durum, Hava Kalite Endeksi’nde 800’ün üzerine karşılık gelecek denli kötüydü. O yıl ülkedeki ölümlerin üçte birinin sorumlusu kirli havaydı.
VI. Daimi Savaş
Sıcakla beraber pişen şiddet.
İklim bilimciler Suriye hakkında dikkatle konuşuyorlar. İklim değişikliğinin iç savaşta payı olan bir kıtlığa yol açtığına işaret etmekle birlikte çatışmaların ısınmadan kaynaklandığını söylemenin doğru olmayacağını belirtiyorlar. Örneğin komşu ülke Lübnan da aynı üretim sıkıntılarını yaşadı. Marshall Burke ve Solomon Hsiang gibi araştırmacılar hava sıcaklığı ile şiddet arasındaki, çok belirgin olmayan ilişkilerin bir kısmını ölçümleyip rakamlara dökebildi: Dediklerine göre, ısıdaki her yarım derecelik artış toplumda silahlı çatışma ihtimalini yüzde 10 ila 20 seviyesinde artıracak. İklim bilimi söz konusu olduğunda hiçbir şey basit değil, ama hesaplamalar can sıkıcı: Gezegenin beş derece daha sıcak olması halinde bugünkünün en az yarısı kadar daha savaş yaşanabilir. Neticede, toplumsal çatışmalar bugünkü duruma kıyasla iki kattan da fazla olabilir.
Konuştuğum neredeyse tüm iklim bilimcilere göre, ABD ordusunun iklim değişikliği konusuna takmış olmasının bir nedeni bu: Amerikan Donanması’nın tüm üslerinin deniz seviyesindeki yükselme nedeniyle sular altında kalması yeterince problemli, ancak suç oranları ikiye katlanırken dünyaya polislik etmek de hatırı sayılır derecede zor olacaktır. İklimin çatışmaları artırdığı tek yer Suriye değil elbette. Bazılarına göre, Orta Doğu’daki çekişmelerin önceki kuşağa göre artması küresel ısınmanın sıkıştırmasını yansıtıyor. Daha da fena bir hipoteze göre ise ısınma, endüstriyelleşmiş dünyanın bölgedeki petrolü çıkarması ve sonra da yakması nedeniyle ivme kazandı.
İklim ile çatışma arasındaki ilişkinin açıklaması nedir? Bir kısmı tarım ve ekonomiyle ilgili. Çoğu ise, şimdiden rekor seviyeye ulaşmış bulunan zorunlu göçle alakalı. Günümüzde en az 65 milyon kişi yollara koyulmuş, evlerinden ayrılmış halde. Öte yandan, bireyler üzerinde rahatsız edici bir etkiye sahip olması gibi basit bir olgu da söz konusu. Sıcaklık, kentlerde suç oranını, sosyal medyada da sövüp saymayı artırıyor ve birinci ligde oynayan profesyonel sporcuları bile bilenip misilleme yapar hale getirebiliyor. Geçtiğimiz yüzyıl ortasında, gelişmiş dünyada klima sistemlerinin devreye girmesi yaz aylarında artan suç dalgasına pek de çözüm getirememişti.
–
David Wallace-Wells’in 9 Temmuz 2017 tarihinde nymag.com’da yayımlanmış yazısından çevrilmiştir.
Yazının orijinal linki: http://nymag.com/daily/intelligencer/2017/07/climate-change-earth-too-hot-for-humans.html