Adsız Şeyler Yazmak: Ursula K. Le Guin ile söyleşi – 2. Bölüm

By Pip R. Lagenta (Flickr) [CC BY 2.0 (http://creativecommons.org/licenses/by/2.0)], via Wikimedia Commons

 Yakın dönemde hayal gücünün bazı olumsuz yönlerine dair endişeleriniz vardı. 

Edebiyat söz konusu olduğu müddetçe iyi geliyor bana. Dizginlenmemiş hayal gücü, kurgusal olmayan yazıların bir parçası haline geldiğinde, biyografiler kaleme alınırken yalan söylenebilir olduğunda endişeleniyorum. Gerçekler yerine bir “hakikati” izlemeye sevk ediliyorsunuz. Huysuz biri değilimdir. Bir bilim insanının kızıyım sadece. Gerçeklerden sahiden hoşlanırım. Onlara muazzam saygı duyarım. Fakat kurgusal olmayan pek çok çalışmada olgulara kayıtsızlıkla yaklaşılıyor. Yazarların, yaşayan hatta kısa süre önce hayatını kaybetmiş kişilere romanlarda yer vermesi beni endişelendiriyor mesela. O kişinin yazar tarafından bir tür sömürgeye dönüştürülmesi ve bir tür saygısızlık bu. Doğru bir şey mi? Adil mi? Ve kimi biyografi yazarları böyle uydurur olduğunda okumak istemez hale geliyorum. Ne bu, roman mı biyografi mi diye sorarken buluyorum kendimi.

 E-kitaplar hakkında ne düşünüyorsunuz?

E-kitaplar ve basılı kitaplar hakkında yazmaya başladığımda birçok kişi “Kitap öldü, kitap öldü, artık her şey elektronik olacak,” diye bağrışıyordu. Usandım bundan. Söylemeye çalıştığım, artık iki ayrı yayımlama şekli olduğu ve ikisini de kullanacağımızdı. Bir tane vardı, şimdi iki oldu. Bu nasıl kötü olabilir ki? Bir şeyleri farklı şekillerde yapabilen varlıklar daha uzun yaşar. Bu konuda epey tutarlı oldum sanırım. Ama üslubum değişmiş olabilir. Moda bir nosyona karşı çıkıyordum. Şöyle bir espri duymuştum. Gutenberg’in ikinci kitabı, İncil’den sonraki neymiş biliyor musunuz? Kitabın nasıl öldüğüne dair bir kitapmış.

Amerikan Sanat ve Edebiyat Akademisi’nin bir üyesisiniz şimdi.

Az daha olmayacaktım. Epey mahcup edici bir durum yaşandı. Mektup ya postada kaybolmuş ya da ben gereksiz bir şey sanıp atmışım. Her halükarda davetiye elime ulaşmadı bir türlü. Onlar da epey beklemişler. Sonunda temsilcimle temasa geçmişler. Kendisi derhal bana ulaştı. Kuruma mektup yazıp, “Dylan’ınki gibi bir tavrım yok,” dedim. Ama şaşırmışlardır.

Bu da bir onur, büyük bir şeref. Sizce ne anlama geliyor?

Mary Godwin’in kadın haklarına dair ifadesinden yararlanacak olursam, bu da bilim kurgu haklarının savunulması. Kariyerimin bu seviyede kabul ve takdir görmesi, tutucu ve uzlaşmaz şahsiyetlerin “Popüler kurgular edebiyat değildir” demesini epey zorlaştırıyor.

 Böyle diyorlar mı hâlâ?

Sormayın.

Politik duruşunuzu şöyle ifade etmiştiniz bir keresinde: “İlerleme yanlısı değilim. İlerleme fikrinde haksız ve genellikle zararlı bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum. Ben bambaşka bir konu olan değişime ilgi duyuyorum.” İlerleme neden zararlı? Zamanın muazzam akışında insanların bir fikri, hatta ideali olduğu için sosyal meseleler konusunda ilerleme kaydedildi muhakkak.

İlerlemenin kendisinin zararlı olduğunu söylememiştim. İlerleme fikrinin genellikle zararlı olduğundan bahsetmiştim. Sosyal meseleler üzerinden değil de bir Darwinci gibi düşünüyordum daha ziyade. Zeminde amiplerin ve tepede ya da tepeye yakın bir yerde insanların, daha yukarıda da belki bazı meleklerin olduğu bir merdiven gibi düşünüyordum evrim fikrini. Ve daha iyi olmak adına kesintisiz ilerleyen tarih fikrini düşünüyordum. 19. ve 20. yüzyıllarda  “ilerleme” sözcüğü bu şekilde kullanıldı genellikle bence. Karanlık cehalet çağları, buharlı makinelerin, uçakların/nükleer enerjinin/bilgisayarların/sıradaki yenilik neyse onun olmadığı devirler geride kalıyor. İlerleme eskiyi elden çıkarıp sürekli yeni, daha iyi, daha hızlı, daha büyük vs olana doğru gidiyor. Buradaki meselemi görüyor musunuz? Doğru değil bu.

 Evrim bu bağlamda nereye denk geliyor?

Evrim şahane bir değişim süreci. Tükenmez ve muhteşem bir farklılaşma, çeşitlenme ve karmaşıklaşma süreci. Fakat mahsullerinden birinin diğerlerine kıyasla genel anlamda “daha iyi” veya “üstün” olduğunu söyleyemem. Yalnızca belirli açılardan öyle oluyor. Sıçanlar, koalalardan daha zeki ve adaptasyona daha yatkın. Bu üstünlükleri, koalalar tükenirken sıçanların yaşamaya devam etmesini sağlayacak. Öte yandan etrafta okaliptus ağacından başka yiyecek kalmazsa sıçanlar derhal sahneden silinir ve koalalar çoğalır. İnsanlar bakterilerin yapamadığı bir yığın şey yapabiliyor. Fakat dünya çapında uzun vadede hayatta kalmaya dair bir bahse girmem gerekirse, tercihimi bakterilerden yana kullanırım.

 Ulusal Kitap Vakfı tarafından 2014’te size verilen madalyayı kabul konuşmanızda, “Zor zamanlar geliyor,” demiştiniz.

Donald Trump’ı tahmin etmiyordum kesinlikle. Daha uzun vadede yaşanacak zor günlerden bahsediyordum. 30 yıldır, dünyayı yaşanamaz kılıyoruz diyorum yahu. 30 yıldır!

 Ve sonra, seçimin hemen ardından savaşçı yerine suyu yücelten yeni bir direniş modeli ortaya koydunuz: “Irmağın akışı, devam etmemi sağlayabilen, kötü yerlerde, kötü zamanlarda beni taşıyan bir cesaret modeli benim için. Tercihen uyumlu olan ve ancak mecbur kaldığında güce başvuran bir cesaret.”

Kökleri, Lao Tzu ve Tao Te Ching’den. Bende çok derinlere, gençlik yıllarıma uzanıyor.

 Önceki bir yapıttan gelen bir kavram mı bu?

Asıl çalışmalarımın çoğu kurgusal ve onlarda bir şeyleri bu denli doğrudan ifade etmezsiniz. İnşa edersiniz. Rüyanın Öte Yakası (1971) adlı romanımda olduğu gibi. Romanın kahramanı George su gibi bir nevi. Dedikleri gibi, akışa bırakıyor kendisini. Suyla ilgili o parçayı bir blog yazısı olarak yayımlama konusunda tereddütlerim oldu. Çok direktti ve bir tür guru olmaya çalışıyormuşum gibi tınlıyordu.

 Ama direktsiniz.

Bunu kurgu içine elimden geldiğince gizlemeye çalışıyorum. Fakat artık kurgu yazmıyorum pek.

 Bir iki yıl bir daha asla yazmayacağınızı düşündünüz.

Fakat sonra bir anda Catamaran için “Calx” adlı bir kısa öykü yazdım. Sonrasında, Eylül ayında da “Merhamet ve Utanç” adlı uzun bir öykü kaleme aldım. Tüm iyi bilim kurgu yazarlarının bildiği şeyi aklımda tutmalıydım: tahmin bizim alanımız değil.

 Onurlandırılmaktan, ünlü olarak görülmekten usandığınız oluyor mu?

Bir kadınla konuştuğunuzu aklınızdan çıkarmayın. Bir kadın olarak, bir edebiyat ödülü, onurlandırılma ya da herhangi bir saygı ifadesi, zorlu bir yolculukla ulaşılan bir şey oluyor. Şayet o kişi geleneklere karşı bir çizgiden gitmeye, bilim kurgu, fantastik kurgu ve tanımlanamaz şeyler yazmakta ısrarlıysa daha da zor.

 Peki şimdi?

Ödüller abartılı olmadı bence. Onları hak etmiş olduğumu düşünüyorum. Hoş karşılayıp faydalı bulduğum şeyler. Öz saygıma katkı sağlıyorlar çünkü. O da yaşlanıp eskiden yaptıklarınızı yapamaz oldukça biraz sarsılan bir şey.

David Streitfeld’in 17 Kasım 2017’de yayımlanmış röportaj yazısından çevrilmiştir. 

Yazının orijinal linki: https://lareviewofbooks.org/article/writing-nameless-things-an-interview-with-ursula-k-le-guin/#

Görsel: By Pip R. Lagenta (Flickr) [CC BY 2.0 (http://creativecommons.org/licenses/by/2.0)], via Wikimedia Commons

Yayım tarihi
Genel olarak sınıflandırılmış

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.