Milyonlarca insanın uyanıp, anketlerin, medyanın ve uzmanların beklentilerinin altüst olduğunu ve Donald Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kazandığını söyleyen şaşırtıcı haberlerle karşılaşmasının üzerinden bir yıl geçti.
Yalnızca dört buçuk ay önce Britanya, oyunu Avrupa Birliği’nden ayrılmaktan yana kullanmıştı ve bu da çoğu kamuoyu araştırmasının öngöremediği bir sonuçtu. Haber akışları dayanıklılık testine dönüşüyordu gitgide: dünyanın dört bir yanındaki doğal afetler, düzenli terör saldırıları, kitle cinayetleri ve politik karışıklar. Üst üste geliyor ve dikkatimizi bir o yana bir bu yana çekiyorlardı adeta. “Boş sezon” (yazın pek az haberin olduğu geleneksel nadas dönemi) kavramı bu sene çok gerilerde kalmış gibiydi.
Trump’ın zaferinden sonraki aylar boyunca, uyuyabildiğim gecelerin sabahlarında, telefonumu açmadan önce derin bir nefes alırken buluyordum kendimi. Sonrasında ekranı kaplayan son dakika haberlerine göz atıyor, ABD’nin aşırı sağı kucaklayışına dair anları tekrar tekrar izliyordum.
Çoğu zamansa bölük pörçük uyuyor, sık sık uyanıyor ve yaşanan dehşetlerden anında haberdar oluyordum. Haberleri takip etmek kendini cezalandırma antrenmanı gibiydi adeta; zira jeopolitika ağır çekim bir araba kazasını andırıyordu ve tüm dünya büsbütün işlevsiz kalıyordu sanki. Olanlara sırt çevirmek sorumsuzluk, kimsenin teslim olamayacağı bir lüks gibi geliyordu. Arkadaşlarımın çoğu uluslararası politika karşısında umutsuzluk ifade ediyordu. Ülkedeki durum ise onları hepten çileden çıkarıyordu.
Her şeyin bunca umutsuz gözüktüğü zamanları düşündüğümde tek aklıma gelen, üniversite yıllarımda yaşanmış 2008 kriziydi. Yaşı daha büyük olan tanıdıklarım Soğuk Savaş dönemini ve sürekli yok olma hissi taşıdıkları günleri anımsıyordu. Şimdi de birbiri ardına felaket haberleri alıyorduk. Bir iki gün geçmeden yeni bir büyük olay yaşanıyordu ve dehşet hissini artıran manşetler ortalığa saçılıyordu. Grenfell Tower yangını patlak verdiğinde insanlar hâlâ günler öncesindeki Birleşik Krallık seçimlerini anlamlandırmaya çalışıyorlardı. Westminster saldırısının ardından Manchester saldırısı sonra da Londra Köprüsü saldırısı yaşandı. Kasırga, sel ve fırtınalar ABD, Hindistan ve İrlanda’yı çarpmıştı; gitgide kötüleşen iklim faciasını akıldan çıkarmak mümkün olmuyordu. Amerika’da kitle cinayetleri ve polis şiddeti de moral bozucu bir şekilde süregidiyordu.
Ruhsal yüklerle herkes farklı farklı başa çıkıyor. Gitgide daha fazla arkadaşım sosyal medya sitelerinden vazgeçiyor ve gazete ya da haber kanallarını takip etmek yerine kitap okumaya daha fazla zaman ayırıyor. Uyku ve stresle mücadele ettiğim sıralarda ben de daha fazla yürümeye başladım. Önce ulaşım için yürüyordum, sonraları amaçsızca kilometreler ve saatler boyu yürür oldum. Egzersiz yapmanın fiziksel sağlık ve uyku kalitesi kadar ruh sağlığına da muazzam faydalı olduğu bilinir. Pek çok arkadaşım da yürüyüşe çıkmanın zihinlerini boşalttığını, günlük yaşamda pek mümkün olmayan şekilde kafa dinlemeyi sağladığını ve insana düşünceleriyle baş başa kalma imkânı verdiğini düşünüyor. Arkadaş çevremde yürümenin yaşamlarında büyük rol oynar hale geldiğini söyleyen kadınların sayısı erkeklerden çok daha fazla.
Yürüyüşe çıkmanın güzel yanı, çoğu kişinin bunu yapabiliyor olması. Uygun ayakkabıları giyip dışarı çıkarak birkaç kilometre yol alabilir veya arada molalar vererek gün boyu dolaşabilirsiniz. Geçmişte koşu girişimlerim olmuştu ve düzenli olarak spor salonuna gitmeye çalışmıştım, fakat darbeli sporlarda ağrıya yol açan bir omurga sorunumdan dolayı devam edememiştim. Bacak sinirlerimdeki ağrı da yoğun sporları benim için sancılı kılıyordu. Yüzerken çabucak sıkılıyorum ve semtimdeki havuzda zaman ve parkurlarla ilgili, insanı usandırıp sınırlayacak denli katı kurallar vardı.
Oysa yürümek; kuralları, teknikleri ve özel ekipmanları devre dışı bırakıyor. Yalnız kalabiliyorum, müzik veya podcast dinleyebiliyor ya da yalnızca etrafımdaki seslere kulak verebiliyorum. Saatlerce, kimseyle konuşmadan yürümek muazzam bir sakinlik getiriyor: olabildiğince gürültü çıkarmaya azimli bir kentte sessiz kalmak, birkaç kilometre yol almaktan başka bir amaç gütmeden kargaşanın içinde dolaşmak, normalde suni ışıklı metroda, yabancılar arasına sıkışmış halde altından gideceğiniz veya otobüsle hızla yanından geçeceğiniz binaları, tarihi yapılar, parkları ve vitrinleri sessizce izlemek.
Yürümeyi fazlaca romantikleştirmek, psikocoğrafyaya değer veren ancak onu tam idrak edemeyen bazı orta yaşlı adamlara özgü bir eğilim genellikle. Oysa gazeteci Hannah Rose Woods’un dediği gibi: “Akademik arkadaşlar: olay bazen de psikocoğrafya değildir. Sahiden çıkıp yürüyorsunuzdur yalnızca.”
Evet, büyük bir entelektüel projeye katıldığınızı, bir avarelik geleneğini izlediğinizi, Patrick Keiller ve Ian Sinclair gibi isimlerin izinden gittiğinizi öne sürebilirsiniz. Oysa tanıdığım kadınların çoğu sahiden yürümeye çıkıyor. Dışarı çıkmak, bilgisayarlardan uzaklaşmak ve sokakları adımlamak, işlerinden, e-postalardan ve vazifelere dair beklentilerden uzaklaşmalarını sağlıyor. Çünkü fiziksel çaba göstermek başlı başına bir ödül oluyor. Kapıdan çıkıp saatlerce taban teptikten sonraki kas ağrıları, su toplamalar ve yorgunluk da bir şeyler getiriyor.
Kimi nedenlerle böyle yapan tanıdıklarımın çoğu kadın. Toplumda kadın olarak fiziksel anlamda yer almak hâlâ zor. Toplu taşımada erkekler koltuklara yayılırken biz kadınlar derli toplu oturuyor, mümkün olduğunca az yer tutuyoruz. Varlığımız bir edepsizlikmişçesine mahcup durmamız öğretiliyor. Aynı zamanda, hem duygusal açıdan hem de gündelik işlerde ve arkadaşlık ilişkilerinde, kendimizi yok sayıp durmadan başkaları için gayret etmemiz isteniyor. Dışarıda insanlar arasına karışmak ve teknik olarak amaçsız bir şey yapmak ise kendi vaktinizi yeniden sahiplenmek gibi bir his veriyor.
Tanıdığım çoğu kadın akşamları bir yerden bir yere gitmeye çalışırken rahatsız ediliyor. Siyah veya trans arkadaşların tecrübeleri ise çok daha kötü olabiliyor. Yabancılar gündüzleri bile dikkatinizi çekmeye çalışabiliyor: Onları terslemenin sözlü ve bazen de fiziksel şiddete yol açabildiğini biliyoruz, yine de biz kadınlara kibar davranmamız ve bunlarla iyi geçinmemiz öğretiliyor. Oysa durmayı, kulaklıklarınızı çıkarmayı ve iletişim kurmayı reddetmek kabalık değil, sınır koymak ve kendi özgürlüğünüzü korumak demek.
Yürümek, çoğu toplu taşıma sistemine kıyasla verimsiz de bir yandan. Üretkenlik uygulamaları geniş bir alan ve özellikle kadınlar, vakitlerini en iyi şekilde değerlendirip daha fazla şey yapmaya çalışıyorlar sürekli. Yürümek ise vakit alıyor; metro veya otobüse kıyasla yavaş yol alıyorsunuz o şekilde. Haberler, iş ve kişisel ilişkiler bizden bunca vakit ve ilgi isterken verimliliğe bir ara verip, basit ve hafif bir uğraşa vakit ayırmak kendi başına radikal bir hareket olabilir.
–
Dawn Foster’ın 9 Kasım 2017 tarihinde Huck Magazine’de yayımlanmış yazısından çevrilmiştir.
Yazının orijinal linki: http://www.huckmagazine.com/perspectives/dawn-foster-radical-walking/